Sonsuz Kilometrelik Yol
Site Özel
1872 okunma
Fatma Mutlu
Bir anda sonsuz kilometrelik bir yolu kat edebileceğimizi söylersem, yanlış söylemiş olmam. Aslında hepimizin de bildiği bir yol bu. Nasıl mı? Sadece düşünerek. Evet, yalnızca düşünerek... Bizi meşgul eden ne kadar düşünce, eylem var ise hepsini kapının dışında bırakıp, yanına yalnızca kendini alarak, kendi sığınağına çekilmekle… İnsan olmanın bilinci, ağırlığı, aslında insanlığımıza vermemiz gereken değerin ne kadar da fazla olması gerektiğini anlatıyor bize. Çoğu zaman bunun farkına bile varamıyoruz. İnsan; belirli birtakım düşünceleri olan, duyguları olan, sevebilen, hissedebilen, istekleri olan, kin tutan, nefret duyan, enâniyet okyanusuna giren, fakat bazen çıkmaya gerek duymayacak kadar da derinlere inen, yine çoğu zaman çabadan, merhametten, sabırdan, şükürden, sükuttan yoksun insan... Aslında böyle değiliz biz. En çokta kendimizi kandırıyoruz bu hayatta. En çok kendimizi avutuyoruz. Belki de kendimizi dinlememeliyiz. Bazen duymazdan, görmezden gelmeliyiz. Hiçlikteki varlığa erişmek için; nefsimiz mi bize düşman, yoksa biz mi nefsimizin kölesi haline gelmiş durumdayız bunu anlamak için…
Bunu elbette ki ancak ve ancak zihnimizi eğiterek başarabiliriz. İnsan; kendi bilincinin, yapabileceklerinin, sınırlarının, güçlerinin, hayallerinin farkına varamadığı, sürekli ve kalıcı çabadan yoksun olduğu, kötü alışkanlıklarını iyi alışkanlıklarına çeviremediği sürece, yol boyunca yürüyen ama varacağı yeri bilmeyen bir seyyaha benzer. Gideceği yolu, gitme amacını, yanına kimi aldığını bilmeden yürümek, ne kadar doğru olacaktır? Bu durumda yol arkadaşımız kendimiz olmalıyız. Evvela kendimize yabancılaşma probleminden kurtulmalı, ölü toprağını atmalıyız.
İnsan derin bir ormandır. İlk önce kendisini tanımalıdır. Fakat vazgeçilmez problemimiz ’kendine yabancılaşmak’. Kendine yabancılaşmış insan, aslında sağa sola savrulan yaprak misali kısa hedeflerle yol almaya çalışır, fakat kendisini rüzgârın gücüne kaptırmaktan kurtulamaz. Hep düşünürüz; ‘yapılması gereken doğru şey nedir?’ diye. Yapılması gereken doğru şey; o rüzgâra yenik düşmek değil de, rüzgârı da kendi gücüne katarak hedefine yürümektir.
İnsan kendi iradesini elbette eğitebilecek güçtedir. Sürekli ve kalıcı bir çaba sarf etmek, bir gence en ağır gelen yüklerden biri olabilir ancak mücadele etmeden yol alamayacağını iyi bilmeli. Evvela kendi zihnini eğitmeli ve yanına almalı. Sürekli ve kalıcı bir çaba ile hep ileriye yürümeli, gücünün farkına varmalı ve iyi yazılmış kitaplarla düşüncelerini güçlendirmeli, kendi sesini dinlemeli, kendisine hükmetmeli. İçindeki muazzam gücüyle ve başarma isteğiyle, yapacağı ilk şey belki de azar azar da olsa bir şeyleri başarma hedefini zihninde bir yerlere yerleştirmektir.
Tüm bunların yolu elbette ki kendini dinlemeyi başarabilmek yani tefekkür ile kendisini dış dünyadan bir an bile olsa çekip, mânayı düşünmekle olur. Soru sormakla, aramakla bulunur istenen şey. “Ne için varsın, neye hizmet ediyorsun? Yalnızca geçmeye mi geldin bu dünyadan, yahut bir şeylerin farkına varma zorunluluğun mu var?” diye düşünmeli insan.
Eylemlerimize muhakkak tefekkür eşlik etmelidir. Kendimiz için, gelişmek için. Aktif olmanın ve üretken bir yaşamın gereğidir tefekkür. İrademizi serbest bırakmak değil, aksine onu elimize almak olmalı amacımız. En büyük düşmanımız olan ‘kendimize’ hükmederek, ikinci en büyük düşmanımız olan ‘tembelliğimizi’ yenebilmemiz gerekmektedir. Cansız ve uyuşuk beyinlerimizden zihin egzersizi de diyebileceğimiz ‘tefekkür’ sayesinde kurtulmaya çalışmalıyız. Kendimizi inceleyerek, dış dünyadan çekip alarak, kendimizi kandırmayarak, irademizi güçlendirmemize mâni olan her şeyden kurtulmalı ve tembellik çamuruna bulaşmadan yaşamımızı sürdürmeli, kafamızı kaldırmış yıldızları izlemeye dalmışken, hendeğe düşme ihtimalini de düşünmeli, tedbirimizi almalıyız.
Her insan, bir dünya. Ne şartlar altında olursa olsun kendi sığınağına çekilmeyi öğrenebilmiş bir insan, başkalarının etkisiyle dağılmaktan ve parçalanmaktan kurtulacaktır. İçindeki dünyayı keşfetmektir esas olan.
Evet, tefekkür ile kendi üzerimizde kontrol sağlamayı öğrenebildiğimiz zaman büyük çabadan yoksun olsak bile, küçük şeyleri canla başla ve olabilecek en iyi şekilde yapmaya başlarız. Her gün birazda olsa bir şeyler başarmaktır kâfi olan. Çünkü sonsuz çabadan yoksun olsak bile, ağır ama sağlam adımlarla yürümeyi öğrenebilmişizdir artık. Ve biliyoruz ki; ilim yalnızca talep edene gider. Nefsimizin talebesi olmalıyız. Kendimize hükmettiğimiz derecede mutluluğa erişebiliriz. Öteki türlü hep yarım, hep tamamlanmayı beklemekle geçiririz zamanımızı. Dini temellerimize dayanarak yürümeliyiz. Bizler de hayatlarımızda gerçek ve ebedi huzur, hayatta muvaffakiyet istersek, bizi zafere götürebilecek etkenlerin farkına varmalıyız. Gerçek mutluluğun, gerçek zaferin kendimize, zihnimize hükmetmekle olacağına ve ilimle, tefekkürle başaracağımıza inanmalı, bu paha biçilemez servete sahip olduğumuzu hatırımızdan çıkartmamalıyız.
Unutmamalıyız ki; sahih bir inançla yapılan her işte, muhakkak ki bereket vardır. Hepimizin öğrenebilmesi duasıyla…
GENÇ'ın Yazısı.