Hümeyra Akpınar

Kardeşlerin ellerinde portakal kokusu ile beni inşa etmeye başladı. Onlarsa kanlı elleriyle katedral yaptılar. Minberim fildişi parçalı, altın çivili; kemerlerim işveli, sütunlarım kaya gibi. Ey Bilal! Benim bu güzelliğimle mâkus kaderim ne zaman değişir? Ne zaman siyahi ellerinle duvarlarımı okşarsın?

Benim yenik ve cesaretsiz olduğumu söylediler. Tarık b. Ziyad`ın yaktığı gemileri bilmeseydim inanabilirdim onlara. Cahil dediler, ilim halkaları her köşemde yüzyıllara öncü olmuşken. Kıvrımlarıma ve köşelerime ikonlar koyunca esir olacaktım güya. Zincirler esir edip seni, dininden sıyırdı mı Ey Bilal?
 
Kurtuba Camii olmayı bırakıp Gırnata‘ya son kardeşlerimle gitmeliydim belki de. Kaderimde doğranan, yakılan milyonlarca Müslüman’ın toprağında kıpırdayamamak varmış. Mezar taşı olmayan şehitlerin şerefli kabirleri; benim mezar taşımsa ben ölmeden dikilen katedralin sivri uçlu haçı.
 
Küçük bir mescit olmalıydım belki de; yol üzerinde yahut bir dağın tepesinde. Bakanların dönüp tekrar bakamayacağı lakin defaatle namaz kılacakları bir mescid. Fakat anlatamazdım o zaman dedelerinin akıtılan kanlarının duvarlarıma, kemerlerime, sütunlarıma değdiğini, Endülüssüz çocuklara. Onları yalan hikayelerle ,silinmiş tarihleriyle başbaşa bırakmamak için buradayım. Gidenlerin ardından ağladığımı, kalanların Müslümanlığını ancak gözbebeklerinden anladığımı, çocuğunu kiliseye getiren bir babanın tenha bir duvarımda, ona “Burası bizim camimiz” diye fısıldadığını anlatmak için buradayım. Sen bu kaya altında ezilmesen ‘Bilal’; ben bu yükle yaşayamasam ‘Kurtuba’ olamayacaktım.
 
Ümeyye’nin sana işkence ederken bakışlarını gördüm. Her şeyi biliyordu aslında,senin üzerine koyduğu kayayı kendi idrakine de koymuştu. O ezildi sen ezilmedin. Etrafındaki ifadesiz kalabalığı da gördüm. Çok şey değişmedi senden sonra. Sen kayanın altındayken etrafındaki seyirciler şimdi beni kameralarının arkasında izliyorlar. Ellerinde altınları mı yok Ey Bilal, yoksa göğüslerinde atan kalpleri mi?
 
Bazen hangimizin yükü daha ağır diye düşünürüm. Senin yükün göğsünü ezer, benimki ruhumu. Senin haklılığının kanıtı onların kararmış yüzleri; benimse engizisyon mahkemeleri. Senin manzaran Mescid-i Nebevi, benimki yenik bir Endülüs. Senin bahçelerinde sahabeler, benim bahçelerimde portakallar yetişir. Senin ezanların duyulur ,benim imdatlarım duyulmaz.
 
Ey Bilal! Seni kölelikten azat eden benim de yükümü kaldırmaya ne zaman gelir? Ne pahada olursam olayım satın alır mı Hz. Ebubekir? Benim “Ehad” demem mi bekleniyor? Benim “Ehad” demem için mi bu bağrımdaki yük?
 
Gelir misin Vadil-Kebir Nehri`ne akan gözyaşlarımı silmeye? Benim minarelerimde ezanın ne zaman okunur? Yolun buralara ne zaman düşer? Ey Bilal! Sen `Ehad` diye haykırırken, bahçemden portakallar gönderdim sana. Senin sesin ve sözün ne zaman ulaşır bana?


GENÇ'ın Yazısı.