Zeynep Özay
Sabahın ilk ışıklarıyla çıkıyoruz yola. Metro tıklım tıklım her zamanki gibi. "5 dakika sonra bir sonraki sefer var" denilmesine rağmen anonsta, doluşuyoruz aynı vagona. Sahi kaç durak kaldı derken bir de bakıyorum ki gelmişiz, bir sonraki durak Davutpaşa Kampüs. Üst geçitte yürümeye başlıyoruz. Bin kişiden fazlayızdır diye geçiriyorum içimden. İleride bir simitçi abi, soğuktan kurumasın diye muşambayla örtmüş simitlerin üstünü. Alsam mı diye düşünüyorum. Sahi kahvaltı yaptım mı ben, hatırlayamıyorum. Ne çabuk bitti üst geçit yolu etrafa her gün görmeme rağmen merakla bakarken. Öğrenci kartımı çıkartmamışım, gişelerin önündeyim. Çantamı karıştırırken bulduğum ilk kartı basıyorum, niye geçmiyor diye sitem ediyorum bir de. Etraftakiler bakıyor, güvenlik abi gülüyor. Akbil basıyormuşum meğer.
Birkaç saniyelik curcunadan sonra içerdeyim işte. Köpekler karşılıyor beni, daha uyanmamışlar halbuki, mışıl mışıl uykudalar hala. Acaba yürüsem mi, bisiklete mi yoksa ringe mi binsem diye soruyorum kendime. Aman o yokuşu kim çıkacak diye giriyorum ring sırasına. Of amma da kalabalığız yine, sıraya kaynak yapanlara sinirleniyorum. “Biz burda eşek başı mıyız, boşuna mı bekliyoruz” diyorum, tabi içimden. Birkaç durak geçiyor. Sonunda geldik işte, oh be diye nefes alarak iniyorum ringden. Sahi saat kaç oldu, ne? 5 dakika mı kaldı! Koşturuyorum sınıfa, işte yetiştim, günaydın hocam ve başlıyoruz güne.
Öğleden sonra karnım gururdamaya başlıyor, Beyza dersi dinlemeyi bırakmış bir şeyler çiziktiriyor, benimse elimde ne zamandır bitiremediğim kitabım. Ders bitse de yemeğe gitsek diye iple çekiyorum, son 10-5… Oh bitti sonunda. Yemekhane sırasındayız şimdi, başlarda Sanat Fakültesine kadar uzanan, zamanla azalan o sıra. Ne var acaba yemekte diye öndekilere bakıyorum, ya bana tatlı kalmadı mı diye sitemle mandalinalarımı alıyorum.
Oturuyoruz bir masaya. Bugün su alma sırası Deniz’de, mızmızlanıyor önce. Hadi Deniz ve işte sonunda sular da geldi, başlayabiliriz. Sohbet ederek, gülüşerek bitiyor yemekler. Beyza’nın tabağı dolu yine, ona göre bitti tabi de… Afiyet olsun diyerek kalkıyor bazıları masadan.
Yemekhaneden çıktıktan sonra, kahveleri alıyoruz kafeden, orta bahçede çimene yayılıyoruz. Voleybol oynayanların sesi geliyor uzaktan. Günün değerlendirmesini yaparken kulüp görevlileri geliyor yanımıza, anlatmaya başlıyor. “Alanında uzman kişilerce oluşturulmuş komitemizin salı, çarşamba ve perşembe günleri konferansı var, katılanlara sertifika verilecek. Siz de etkinliğe katılmak ister misiniz? Adınızı yazalım mı?” diye soruyor. Ardından bir kişi daha gelip aynı şeyi sorunca, “deminki arkadaşa isim yazdırdık zaten” diye gülüşüyoruz. Kütüphanedeyiz şimdi, akşam güneşi camdan süzülerek masama vururken karton bardaktaki çayımdan bir yudum alıyorum. Bu anı seviyorum. Yeni şeyler öğrenmeyi, kitap kokusunu, eskimiş kitap sayfalarını, hepsini seviyorum. Metroya yürürken rutin bir günün sonuna geliyoruz. O zamanlar sıkıcı gelen, şimdilerde bol bol özlediğimiz, aslında mükemmel olan o rutin. Özlemle…
GENÇ'ın Yazısı.