Gamze Çalışkan Baran

Deli gönlün es çekileceği değil, haykırıp savrulacağı, halden hale, gönülden gönle akacağı bir dem.
 
Kalemi, kâğıdı alıp yanımıza hazırlayıp gönlümüzü, en derûnumuzdan çıkarıp Sevgiliyi temaşaya duruvermek niyaz ederiz de vakit çoktan gecenin yarısına geçiverir. Olsun, dostumuzdur vakit, dostumuzdur kalem ve kâğıt, dostun dostla buluşmasında ne gariplik vardır. Dost, değil midir zamanın ve mekânın ötesinde buluşan. O sebepten geceyi de dost kervanına katıp ağır ağır yola revan olalım isteriz.
 
Bugüne değin sevgiye, gönle, aşka dair; ilime, irfana, hikmete dair bazen de hasrete, özleme dair kalemi yordum. Ne varsa insanın aleminde kâğıda da yazılan o olmakta bittabi. Haliyle kâğıtta kaleme, kelâm da gönle tâbi olarak emaneti taşımışlar, gönlümüzdekini buluşturmuşlar. Ne iyi etmiş o kalem, ne iyi kabul etmiş o kağıt ki dert sahibinin derdiyle nasıl güzelleşeceğini öğretmişler bu vesileyle bizlere.
 
Ah o kağıt bir bilseniz, öyle yarendir ki; neden, nasıl demez dert sahibinin derdine derman oluvereceğim diye döneler durur. Açar yaprak yaprak beyazdan sayfasını. Bir sırladı mı da kimselere okutmaz yaralı gönlün sızısını. Eee, bir mecliste konuşulanın emanet olduğunu bilir. Ondandır, halden anlayan dost buldu mu sunar satırlarını, akan gözyaşlarıyla serinler. Ah kağıt o da dost kervanındandır. Ya kalem, hakkından mı geçilir. İçimizin siyah gülü, kokusu sayfalara sinen. O da bizim kervanın yolcusudur. Tüm bu kervan sahiplerinin haline vakıf yüce Mevla iç konuşumuzdan haberdardır elbet.
 
O ki, kulunun gönlünün içindekileri, gizlinin de gizlisindekileri en iyi bilen; O ki başkaca zamanların muştusu olacak bir hazırlığı zaman ve zeminin ötesinde, farklı çehrelerle, hikmeti ne ola ki dedirten bir şaşkınlıkla ve hayranlıkla sunuyor. Öyle bir sunuluş ki yerince oluveriyor.
 
Yerli yerinde adeta. Merkez Efendi`nin (k.s) deyimiyle “Her şey merkezinde Efendim”.
 
Bu sunuşun çok ötelerinde bir yerde;  hasret yüklü, gözü yaşlı, susuzluktan yanmış bir gönülle kıyıya vuran bir balık, kıyının kenarından denize nazar eden bir çift göz, azala azala bitiverecek olan bir soluk sahibi balık.Bizim balığımızdır o. Can suyunu arzulayan.
 
Tam böyle iken değil midir canlandırıcı nefes; aşk… Sunulan aşk değil midir Hâlık eliyle.
 
Yeniden Hayy ismi ile can verdiği... "Ol" emri ile oldurduğu…
 
Ey balık! Bu ne büyük müjde!
 
Bu ne güzel lütuftur ki dostuna, denizine kavuştun. Lâkin, bilmiş ol ki; bu kavuşmak sıradan bir vuslat değil, içine yılları sığdıran, hasreti sırlayan, gözyaşını refakate soyduran bir vuslat.
 
Balık ve deniz demişken, ismini anmadan geçemeyeceğim bir başka dost var. Anmış olayım da hem yazana hem okuyana şifa sadır olsun.
 
O ki Resulullah âşığı o ki gönüller sultanı. Sultan dedimse esasen de sultanlık yapmış; İbrahim bin Ethem hazretleri (k.s). Onun hayatı bizlere bir güzel yaşayışı, nasıl verilerek Hakk'a vasıl olurluğu anlatır. 
 
Vaktiyle denizin kıyısında hırkasını yamarken, kendisini sultanlığı bırakmasından ötürü horlayan bir adam gelmiş. Bunun üzerine, elindeki iğneyi suya atmış İbrahim bin Ethem ve sonrasında iğneyi istemiş. Yüzlerce balık ağızlarında iğne ile çıkmasınlar mı denizin yüzüne.
 
Cevabı bir balık eliyle vermiş Mevlâ. Zira Dost, dostunu yalnız mı kor? Dost`u seven de yalnız kalmaz. O hâlde tüm dost gönüllere selâm olsun!
 
Bizim hikayemize mi ne oldu?
 
Balık denizine kavuştu, deniz balığını böylece bağrına bastı…


GENÇ'ın Yazısı.