Meryem Çıralı

Günümüzün en büyük yanılsamalarından birisi, insanın tüketim ile içsel dinginliği bağdaştırıyor olması. Ne ölçüde tüketime yöneliyoruz ve bu durumun sebebi ne diye sormamız gerekiyor kendimize. Tüketimin konforuyla üretimin zorluğu arasında kalan insanın en büyük imtihanlarından biri; tüketirsem var olurum, tüketmezsem yok olurum inancı. Çünkü her saniye bize dayatılan aynılık hissiyle sürü psikolojisinin içerisinde boğuluyoruz. 

Yaşarken bunun pek bir farkına varılamasa da son dönemde yaşadığımız uluslararası salgının, insana bir tefekkür penceresi açması gerekiyor kısa soluklu da olsa. Dünya dönmeye devam ederken biz insanoğluna, az bir dur diyor. Az bir dur. Çünkü hayat koşturmacasında kendimizi dahi göremiyoruz çoğu kez. Bu nedenle de en çok kendimize yabancılık hissi yaşıyoruz. Kendi kendine iletişim kurmayı beceremeyen insandan meziyetli iletişim yolları bekliyoruz. Oysaki ilk kendimiz olmak istenmişti bizden. İlk kendin için hayat kurtaran maskeyi takman, sonrasında ise sevdiklerine yardım etmenin gerekliliği öğretilmişti. Buna bir örnek olarak geçtiğimiz günlerde yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum.
 
Bir öğrencimin annesiyle karşılaştık alışveriş dönüşü. Hal hatır muhabbetlerinden sonra yetersizlik hissiyle şu sürecin verimli geçmediğinden yakındı anne. Haksız da sayılmazdı aslında. Çünkü en büyük etkilenen kurumların başında geliyor eğitim kurumları ve öğrenciler. Anne, “kendimiz ne biliyoruz ki çocuklarımıza ne vereceğiz” diyordu. Önemli olanın ailenin çocuğa verdiği destek ve samimi kurulan bağ olduğu yönünde olan muhabbetimizin ardından uzaktan selamlaşıp ayrıldık. Ayaküstü gerçekleşen muhabbetin bitmesiyle evime doğru yöneldim. Aklımda velinin söyledikleri, gözlerimde uzaklara olan hasretle yolda yürürken yaşlı bir teyzenin, torunuyla birlikte evimin yanından geçerken bahçedeki nar ağacını torununa gösterip ‘’bak bunlar birkaç aya erecek, nar olacak ama şimdi mevsimi olmadığından hâlâ ağaçta bekletiliyorlar’’ dediğine şahit oldum. 
 
Bir nevi birebir eğitimdi bu. Sıcak eğitim, yüz yüze eğitim, dokunsal eğitim veyahut bu tanımların daha ötesinde içsel eğitimdi yaşlı kadının yaptığı. Küçük torunu belki anladı bunu belki de anlayamadı lakin anladığı şey ya da anlayamadığı şey neyse önemli olanın bir şeylere temas edildiğiydi. O an, o teyzenin anlatımı benim bile dikkatimi dağıtıverdi. Kendime yönelmeme sebep oldu. “Bizim bahçede nar ağacı mı varmış?” sorusunu kendime yöneltmeme vesile oldu. Tabi ki vardı ama zihnimde yoktu. Meyvelerin zihnimde var olması bile aslında bir eğitimdi. Tanımasamda o teyzeyi, aynı yoldan geçmenin bile bir sıcaklığı varmış. Şimdilerde bunu daha iyi anlıyorum. Maskenin altından gülümseyen gözlerin canlı canlı bakışı bile insana farklı hisleri yaşatabiliyormuş. 
 
Ne diyordum, o öğrencimin velisi; “Kara kara düşünüyorum, eğitime çok uzak hissediyorum kendimi, ben ne biliyorum ki ne vereceğim!” diye veryansın etmişti ya. Yanımdan geçen teyze o evhamları sildi süpürdü o an. Varsın birkaç diploma ile dolu olmasın öz geçmişiniz. Ama siz hayatı okumayı iyi öğrenin. Öğrenelim… Bir nar ağacıyla konuşabilelim mesela. Bir limon ağacının kokusuyla dans edebilmeyi öğretebilelim çocuklarımıza. Toprağın kokusunu ciğerlerimize kadar çekelim. Eğitelim kendimizi ama sadece teorik olarak değil bilakis pratik manada da yol kat edelim. Ekranlara yapışmış parmak uçlarımızı doğayla buluşturalım. Bazen sadece kuş seslerinin cıvıltılarını dinleme dersi yapalım çocuklarımızla, kendimizle. Hayaller üretelim. Heyecanlı heyecanlı ne söyleyeceklerini dinleyelim. Hızlı çağda yavaş gitmelerini öğütleyelim. Hızlı hızlı bir yerlere gitmeye çalışan insanları gösterip az duralım diyelim. Biraz yavaşlayalım. Herkes son sürat hızla giderken biz sağdan ilerleyelim. Herkes testlere kaderini emanet ederken biz ilahi yeteneğimizi inkişaf ettirelim. Kendimize gelelim yahu. Kendimize gelelim! 


GENÇ'ın Yazısı.