Ayşe Gürbüz

Gittiğim, gördüğüm şehirlerle garip duygusal bağlar kuran biriyim ben. Kimisi utandığım şehir, kimisi doyamadığım, kimisi de deli gibi korktuğum. Ancak bir tanesi var ki benim dostum oldu. Tüm bu anlattıklarım da bu dostluğun hikayesi.

Veleye… Hepimizin bildiği adı ile Siirt. Üniversite tercihlerine kadar, coğrafya derslerinden hatırımda kalan haritadaki yeri ve adından başka hakkında hiçbir şey bilmediğim bu şehir, bana hep Hakkı hatırlattı. Ben de Hakkı hatırlatan hakiki dosttur dedim ve kucakladım O’nu. Hemde sımsıkı. “Bak kızım, oralarda yeşillik pek azdır, hayal kırıklığına uğrama, ağaç vs. göremezsin” sözleri ile beklentimi sıfırın altına indirip gittiğim bu şehir beni, güneşi ile mest ediverdi. Hasat edilmiş kuru tarlaların ardında ve her zamankinden çok daha erken, öyle güzel doğuyordu ki. Kapkara gecede bindiğim otobüsten ihtişamlı bir gün doğumu ile indim. Bu şehir benimle konuşuyor ve sanki “Her akşamın bir sabahı var ” diyordu.
 
Sonra mı? Sokaklarında çok kayboldum, kestirmeleri kaçırdım, çıkmaz sokaklara daldım. Ve fark ettim ki ne kaybolmuşum ne de fuzuli uzun yollar kat etmişim, çıkmaz sandığım her sokakla ben bu şehri öğrenmişim. Zor zamanlar yaşadım. Haksızlığın, müdahale edememenin verdiği sıkıntı ile sokak ortasında gelen bir ağlama krizinde, başımı okşayıp bana teselli veren bu şehrin d(v)elisinin titrek eliydi. 
 
Okulda zorlandığım zamanlar oldu. Daha fazlasını yapamam dediğim, öfkelendiğim, umudumu yitirdiğim zamanlarda İsmail Fakirullah Hazretleri ve talebesi İbrahim Hakkı Hazretleri düşüverdi aklıma. Azmi, başarıyı, hocaya saygıyı ve içten sevgiyi hatırlattılar. Asla aşamayacağım, belki de kabullenemeyeceğim durumlar olurken Veysel Karâni Hazretlerinin bastığı toprağa basıyor olmanın fikri yeniden diriltti beni. Olanları kabullenmeme vesile oldu. 
 
Tüm bu zorlukların yanında en güzel baharlarımı da yemyeşil çayırlarla kaplı tepeciklerin huzur veren duruşlarını seyrederek bu şehirde geçirdim. Vefanın, zannedilenin aksine sadece İstanbul’da bir semt adı olarak kalmadığını, dipdiri içimizde durduğunu da Ebul Vefa Hazretlerinden öğrendim. İsminin verildiği, Allah bir der gibi inşa edilmiş minareleri olan caminin yeşillikli avlusunda istirahat ederken hem şahidim hem yol gösterenim oldu. 
 
Giderayak son dersimi, taşıdığı buğday tanesini olmayacak yoldan yuvasına götürmeye çalışan cesur karıncadan aldım. Taneyle birlikte defalarca düştü. Düşüp kalkmalarını izlerken ben bile yorulmuş ve olmaz ki bu yaptığı derken o, yolu beklenmedik anda öyle bir aşıverdi ki kalakaldım ardında. Nereden bulmuştu bu cesareti? Çok sonraları anladım. Benim koca dört yılda sadece nakaratını bilip söylemekle yetindiğim Tevfiznâme’nin öğrenip yaşayanı olmuştu.
 
Hakk’ın olıcak işler
Boşdurgâm u teşvişler
Ol hikmetini işler
Mevlâ görelim n’eyler
N’eylerse güzel eyler. (Erzurumlu İbrahim Hakkı k.s.)


GENÇ'ın Yazısı.