Bir Şapka Şehidinin Ardından Şapka Çıkarmak
Taklitçiliğin her türlüsünü karşısına alan Atıf Hoca ve diğer şapka şehitlerinin bu kutsal mücadelesine hem şapka çıkarıyor hem de ‘şapka’yı çıkarıyoruz. Çıkarıp atıyoruz. Üzgün değiliz, artık devir değişti! Ey Frenk parçası, ne başımızın ne de başörtümüzün üstünde yer yok sana!
Korktuğum başıma geldi! Onca çabama rağmen o gün de kaçamadım “devir değişti” klasiğinden. Başörtüsü üzerine şapka yakıştıran arkadaşımı bir kez daha uyarayım istedim. Bu sefer Atıf Hoca’yı araya soktum hem de. “Kemiklerini sızlatıyorsun İskilipli Atıf Hoca’nın… Hâlâ mı şapka?” dedim. Ben arkadaşımı can damarından yakaladığımı, bu sefer şapkadan kesin vazgeçireceğimi sanayım, cevap çoktan hazırdı: “Üzgünüm Zeynepciğim, devir değişti!” … Böyle keskin bir cevaba mukabil ne söylenebilirdi ki? Ben de bir şey diyemedim nitekim. Zaman sonra “Pekiyi, sen bilirsin” deyip çenemi kapadım.
“Devir değişti” repliğine muhatap olmuşluğumuz çoktur hepimizin. Zamane insanının; mantıklı bir açıklamasını yapamadığı, bir değere dayandıramadığı davranışlarını ve fikirlerini savunabilmesi için kendini yormadan sarf edebileceği kısacık bir cümle işte... Öyle bir cümle ki bu, cevaben söylenebilecek bütün sözcükleri ağzına tıkıyor insanın. Kestirip atıyor: “A canım, artık devir değişti!”
Değişime maruz kalanın zaman değil, insanlar olduğunu bilmeme rağmen bu cümleyi duyunca ister istemez ürperiyorum ben. Ne zaman konuşmaların akışı, bu iki kelimenin zuhuruna işaret edecek olsa, oracıktan hemen sıyrılmaya çalışıyorum. Yeni bir tavizin ayak sesleri gibi geliyor bana bu kelimeler... Sinsice yaklaşıp giriyor aramıza; bilinç zırhımızın yokluğunu fırsat bilip içimize yerleşiyor… Bir zaman sonra attığımız geri adımların izahına daraldığımız vakit, başlıyoruz bir robot gibi: “Devir değişti, değişti devir!”
Geçtiğimiz günlerde, hakkında çıkarılan idam kararı sebebiyle şehit edilen mümtaz âlim İskilipli Atıf Hocaefendi’nin naaşının seksen dört yıl aradan sonra bulunduğunu, cenaze namazının kılınıp yeni kabrine defnedildiğini okuyunca içimde bir şeyler kıpırdadı. Uzun zamandır içime oturduklarını hissettiğim o iki kelime de ayağa kalktı birden: Devir değişti!
Haberi okumaya devam ettim: Eski milletvekili Mehmet Sılay’ın bir grup gönüllüyle on sene boyunca yürüttüğü araştırmalar sonuç vermiş, seksen dört yıl aradan sonra bulunan naşın cenaze namazı kılınmış ve yasinler eşliğinde mübarek kemikleri teker teker İskilip’teki ebedi istirahatgâhına defnedilmişti. İskilipli Atıf Hoca’nın verdiği bu imtihan ne ağır bir imtihandı ki, 1926 yılının 4 Şubat sabahında Ankara Hapishanesi önündeki idam sehpasından alınan naşı, yıkanmadan, cenaze namazı bile kılınmadan apar topar gayrimüslimler ve kimsesizlere ait bir kabristana gömülmüştü.
Atıf Hoca’nın, Şapka İktisası’ndan bir buçuk yıl önce neşredilen Frenk Mukallitliği ve Şapka isimli kitabını duymayan, milli ve dini kültürümüze duyduğu sadakat uğruna verdiği mücadeleyi bilmeyen var mı aramızda? Ya da son mahkemesinden önceki gece savunmasını hazırladığı sırada daldığı uykusundan uyanıp yazdığı müdafaanamesini yırttığını… Bunu niçin yaptığını soran ve aynı suçtan yargılanan Tahirü’l Mevlevi’ye; “Kâinatın fahrini gördüm. Bana, ‘Yanıma gelmek dururken ne diye müdafaa karalamakla uğraşıyorsun’ dedi. Göreceksin, beni idam edecekler, Allah’ın sevgilisine kavuşacağım” diye cevap verdiğini… Bilmeyen var mı? Allah katında âlimin mürekkebi, şehit kanından daha makbulken; Atıf Hoca’ya her ikisinin de nasip olması ne büyük lütuf!
Sahiden değişti devir. Takvimler 1926’yı değil, 2010’u gösteriyor. Devrin tahavvülü sadece bu kadar ve olağan. Ancak korkutucu olan, milletçe değerlerimiz üzerinde yaşadığımız değişim. “Hamdolsun, şapka giymeden ölüyoruz” diyerek boyunlarını ilmeğe uzatan bir ecdadın torunları olarak milli ve dini kültürümüze ne kadar bağlıyız? “Benim adım Maşallah, şapka giymem inşallah” deyip şahadete yürüyen Maşallah Ali Efendi görse şu hâlimizi, başörtümüzün üstüne konuveren şapkamıza hiddet dolu bir subhanallah çekmez mi? Demez mi ki “Evladım, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?”
Şapka devriminin ilk günlerinde açtığı “Şen Şapka” mağazasıyla gece-gündüz demeden şapka dikip parsayı toplayan Vitali Hakko, “Herkes hayata sıfırdan başladığını söyler, oysa ben sıfırın altında başladım” diyor servetinin hikâyesini anlatırken. Aslında Vitali Hakko’nun bu sözleri, bir milletin ateşinde nasıl pirzola pişirdiğinin aleni bir kanıtı. Ancak biz safdil Müslümanlar hâlâ bu markalara paramızı dökmekte beis görmüyor; aksine bu etiketi kendimiz için bir ziyadelik sayıyoruz. Acımızdan nemalanan bu insanların zenginliğine zenginlik kattığımızın idrakine hâlâ varabilmiş değiliz.
İskilipli Atıf Hoca’nın müdafaa sunmamaya karar verdiği gece dudaklarından dökülen şu cümle ne kadar manidar: “Zalim ve katillerle mahşer günü elbette hesaplaşacağız!” Bu cümle görünüşte bizleri bağlamıyor, doğru. Ama Atıf Hoca şu halimizi görebilseydi şayet, ortada bir zorlama yokken sadece taklitçi duygularını tatmin için şapkaya başını uzatan zamane Müslümanlar için nasıl bir cümle kurardı, bunu tahmin etmek de zor değil…
Taklitçiliğin her türlüsünü karşısına alan Atıf Hoca ve diğer şapka şehitlerinin bu kutsal mücadelesine hem şapka çıkarıyor hem de ‘şapka’yı çıkarıyoruz. Çıkarıp atıyoruz. Üzgün değiliz, artık devir değişti! Ey Frenk parçası, ne başımızın ne de başörtümüzün üstünde yer yok sana!
Zeynep Şahin'ın Yazısı.