Ruhun Yücelişi
İç dünyamız bir savaş alanıdır. Korkunç bir kavga sürüp gitmektedir varlığımızda. Ruhumuzu bu savaşta galip kılacak en büyük vasıtalar, İslam’ın ortaya koyduğu prensiplerdir. Bunlar ruhumuzun en yüce dayanak ve tutamaklarıdır.
Nefes Nefese Koşan Atlar Gibi
“Ant olsun, nefes nefese koşan atlara, bir çakmak gibi kıvılcımlar saçanlara, sabahleyin saldıranlara, tozu dumana katanlara, derken bir topluluğun içine dalanlara...” (Âdiyât 100/1-5)
Bu ayetlerde bir savaş tablosu çiziliyor. Koşmaktan nefes nefese kalmış atlar, üzerlerinde bir an önce düşmana kavuşmayı isteyen savaşçılar... Öyle bir hırs, öfke, hiddet var ki içlerinde durdurmanın imkânı yok onları. Ortalık toz duman. Birazdan canhıraş bir mücadele başlayacak. Kan düşecek toprağa.
Bu tablonun insan ruhunu temsil ettiğini düşünelim şimdi. Terbiye görmemiş; istek ve arzularına boyun eğmiş bir ruh... Baştan ayağa hırs ve öfkenin bürüdüğü; kazanma uğruna her şeyi yapabilecek bir ruh… Kan dökmek, geride gözyaşı bırakmak hiçbir şeydir onun için. Yeter ki kendi arzuları ve ihtirasları gerçekleşsin... Ayetin böyle bir anlamı da çağrıştırdığını hesaba katıp şu satırları okuyalım:
“Binek atları”, şüpheye mahal bırakmayacak şekilde, yoldan çıkmış insan ruhunu veya kişiliğini sembolize eder; bütün ruhî yönelişlerden yoksun, her türlü bâtıl ile şartlanmış ve yönlendirilmiş, bencil arzuların, çılgınca ihtirasların kölesi olmuş, akıl ve bilincin kontrolünden çıkmış, şaşkın toz bulutlarının ve sapık iştahların körleştirdiği, karmaşık/çözümsüz durumlara kendini sokan ve böylece manevî yok oluşunu hazırlayan insan ruhuna.” (M. Esed, Kur’an Mesajı, III, 1297-98)
İslâm’ın prensipleri vazedilirken insan ruhunun işte bu sapkınlıklardan kurtarılması amaçlanır. İstek ve arzularına boyun eğmesinin, bunlara köle olmasının önü alınmak istenir. Bir anlamda insanın insan olması murad edilir; fıtratının gereğini koruyabilen, aklını kullanabilen şuurlu bir insan. Böylelikle o, insan olarak aczinin ve değerinin farkında, hakîki bir kul olacaktır. Yoksa insanlığından çıkacak, kendi sonunu hazırlayıp, kendi kendini intihara sürükleyecektir.
Bundan daha öte, İslâm’ın temel rükünlerinin hedefi, insanın “ilâhi ruh gibi temiz ve saf bir hâle gelmesini” sağlamaktır. İnsanı batağa sürükleyen duygu ve yönelimlerden, arzu ve ihtiraslardan arındırmaktır onu. Her türlü manevî hastalıktan sıyrılan insan ruhunu, yücelere yükselebilecek bir kıvama getirmektir.
Tohum Toprakla Buluşmalıdır
İnsanın kapılacağı ilk duygu; kibir, gurur ve kendini üstün bir yaratıcıdan müstağni görmektir. Bu, insanı yoldan çıkaran, saptıran korkunç bir his ve eğilimdir. Bu, insan ruhunda yuva yaptığı zaman, onun yapamayacağı şenaat yoktur artık. İşte bu sebeple, Allah secde etmeyi emrediyor insana. Çünkü secde, o kibir ve gurura meyyal olan nefsin kırılmasıdır. İnsanın kendi konumunun farkına varmasıdır.
Evet, o topraktan yaratılmıştır ve alnını toprağa koyduğu zaman kavuşacaktır gerçek hüviyetine. Yani insanın insan olabilmesi için tohum toprakla buluşmalıdır. Tohum toprağa kavuştuğu zaman, insan ruhundaki bütün manevi kir ve pislikler yok olacak, insanın enaniyeti çatlayacak, oradan taptaze sürgünler fışkıracaktır. İnsan toprağa alçaldıkça yücelecek, kul olmanın hazzını yaşayacak, kalbinde huşu, huzur, takva, tevazu gibi duygular neşvü nema bulacaktır.
Hadisi şerifte namazın müminin miracı(Allah’a yükselişi) olmasının yanında kurban(Allah’a yakınlaşma) ve burhan (Allah’ın tecellisi) olduğu ifade ediliyor. (A. İbn Hanbel, III, 321, 329; M. Hamidullah; İslam Peygamberi, II, 733) Sanki kul, namazla Allah’a doğru yükselirken, bir taraftan da Allah kuluna yaklaşıyor. Böylelikle insan eğildikçe daha sınırsız mazhariyetlere erişiyor. Mevlâna’nın dediği gibi: “Sana rahmet suyu gerekiyor; git, alçal. O zaman rahmet şarabını iç, sarhoş ol” (Mesnevi, c. II, 1930. beyit)
“Kulun rabbine en yakın olduğu hal secde hâlidir.” (Müslim, Salât, 215; Nesai, Mevakıt, 35) Secde ile insan, Rabbine doğru adeta koşuyor. Firavunî kibirden uzaklaşarak, kalbi başından daha yukarıda bulunduğu sürece O’na doğru yol almaya devam ediyor. “[Allah’ın huzurunda] yere kapan ve [O’na] yaklaş” (Alak 96/19) emrinin sırrına eriyor.
Allah’a Yakınlığın Anahtarı
Oruç, beden ile ruh kavgasında ruhun elindeki en büyük kalkandır. Oruç, şehevi istek ve arzularını, kötülük yapma eğilimlerini yerle bir eder insanın. Günah işleme temayülünün önüne set çeker. Oruç, insanı bütün kötü duygulardan tutup, ruhuna gıda verir. Ruhu böylesine besleyen, ona güç kuvvet veren oruç gibi bir ibadet neredeyse yoktur.
Oruçla, insanı her an ayartmaya hazır olan şeytanlar bağlanır. Rahmâni yönü ağır basan insan, saf bir hüviyet kazanır. Sanki ruhânileşir insan, melekleşir. Beden aç kaldıkça, ruh doyumsuz bir zevk duyar. Adeta semalarda süzülür; ayet-i kerimedeki
“Orucun manasını kavradıysan” der, İmam Gazali “Gücün yettiğince orucu artır. Çünkü oruç ibadetlerin özü, Allah’a yakınlaşmanın anahtarıdır.” (Bidâyetü’l- Hidâye, s. 78) İşte züht ve takva yolunda en büyük vasıtadır oruç. İnsanın Allah’a bağlılığının kapısını açan, ruhunu yücelere taşıyan bir anahtardır.
Kalpten Kalbe Açılan Yol
İnsanın fıtratında altın, gümüş, toprak, mal, mülk sevgisi vardır. İnsan farklı durum ve statülerle karşılaştıkça içindeki bu sevgi alevlenir. Malı kazanma ve yığıp biriktirme sevdası güçlenir. Bu sevgiyi frenleyecek, kontrol altında tutacak bir dengeye ihtiyaç vardır. İşte zekât, insandaki mal toplama hırsını, dünya sevgisini yerle bir eden ibadet. Bu sevginin insan ruhunda kök salmasını, hesapsızca büyüyüp bütün benliğine işlemesini engelleyen bir bent...
Nitekim Hazret-i Peygamber’e (s.a): “Onların mallarından onları (günahlardan) temizleyecek, (ruhen) arındıracak, bir sadaka al”(Tevbe 9/103) emri verilmiştir. Demek ki zekât ruhu arındırıyor, onun yükselişine engel oluşturan ağırlıklardan azade kılıyor. Belini büken ağırlıklardan kurtulan ruh, rahatça ötelere kanat çırpabiliyor.
Zekât, ruhî bir arınma oluşunun yanında, insanın diğer insanlarla iletişimine de bir vasıtadır. Yani Allah’a yakınlaşmak kadar, diğer insanlarla da yakınlaşmaktır. “Zekât, üst seviyelerden akan muazzam bir kıymetler nehri ve aynı zamanda kalpten kalbe, insandan insana irtibat kuran şefkat ve yardımlaşma ruhudur. Zekât yoksulların sefaletini ve zenginlerin kayıtsızlığını bertaraf eder; insanlar arasında maddî farkları azaltır ve insanları birbirine yaklaştırır.” (Ali İzzet Begoviç, İslâm, s. 233)
İnsanın Allah’a Doğru Hareketi
“Hac, İnsanın kendinden Allah’a doğru hareketidir.” Hac, insanın benliğinden çıkıp, Allah’a gerçek manada yönelişidir. Burada tek taraflı bir yöneliş de değildir söz konusu olan. İlâhi rahmetin insanı bürümesi, ruhu kendine doğru cezp etmesidir. Artık ruhun O’nun ikliminde teneffüs etmesi, O’nun rengine bürünmesidir.
Sadece ferdi bir hareket de değildir bu. “Bir topluluğun kemâle, mutlak sonsuzluğa, Allah’a doğru bilinçli ve hür iradeyle hareketidir. (Ali Şeriati, Hacc, s. 19, 21) Burada inanmış, O’na yönelmiş ruhların oluşturduğu bir sinerji de vardır. Ruh, bu yolculukta diğer ruhlardan enerji alır ve yollarına birlikte devam ederler.
İç dünyamız bir savaş alanıdır. Korkunç bir kavga sürüp gitmektedir varlığımızda. Ruhumuzu bu savaşta galip kılacak en büyük vasıtalar, İslam’ın ortaya koyduğu prensiplerdir. Bunlar ruhumuzun en yüce dayanak ve tutamaklarıdır.
Büyük mütefekkirimizin dediği gibi: “Evet, namaz, oruç, hac, zekât ve Allah yolunda savaş, bize örtük hakikatin perdesini açacak, ‘gayb hazineleri’nin kapısını aralayacak, bu dünyada bizi Allah’ın bir misafiri, ağırladığı dostu yapacaktır.” (Sezai Karakoç, Gündönümü, s. 19.)
Mesut Kaya'ın Yazısı.