Zehranur İpek

Minik gözlerimizin dünyaya açıldığı o ilk gün koyuldu küçük kalbimize sevgi tohumları tıpkı bir su birikintisine bırakılan o küçük ama tesirli taş parçacığı gibi. Onunla her şeyin üstesinden geliriz, tüm zorlukları aşarız, eğer o var olursa halledemeyeceğimiz hiçbir şey olmayacak sandık. O tohumlar ilk heyecanımız oldu. Hayata, yaşama dair… 

Hep öyle kalacak, hiç sonu gelmeyecek sandık. Taş parçası da suyla buluştuğu ilk an onu heyecanlandırdı ama halkalar bir, iki, beş, on ve kıyıya değdiğinde halkalar adem oldu. Su, gelen ve vaktini tamamlayıp giden diğer taşların bıraktığı halkalardan farklı bir şey göremedi onda, yenisi tekrar gelecek ve gidecekti çünkü, su bu döngüye alışmıştı. Suya gelen tüm taşlar büyük, küçük hepsi dibinde toplanacak. Tâ ki en son taş da yerine varana kadar… 
 
İnsanoğlunun hayatı da bu değil miydi? Sanki hiç bitmeyecekmiş gibi sarf edilen o dakikalar, dünyaya bizden başkası hiç gelmeyecekmiş gibi kendimize ziyadesinden fazla verdiğimiz değer neticesinde, verilen nimetlere vefa gösteremeden vefat ediyoruz. Belki de vefatımıza da vefa etmeden… Asım ağabey (Gültekin) öğretmişti ya bizlere vefanın yetmek anlamına geldiğini. Ömrün bazı şeyleri yapmaya yetmediğini, vefa etse idi yeteceğini. 
 
İnsana yalnızca bir kere verilen ve farkına varması için bir hakkı olan ömür nimetinin suya atılan taştan ne farkı vardır. Varlığımız, mana bulduğu o anda suya atılan taş gibi yüreğimize konan o nimet ilk heyecanı da atar eşref-i mahlûkun gönlüne. Kimisinde kısa süreli mihmân olur, kimisinde uzun, kimisinde de ömür nimetinin vaadi dolana kadar kıyısından ayrılmaz. Gerçek olan tek şey bir gün halkaların sönümleneceği, tıpkı ölümün yetip ömrün yitirileceği gibi. Kimisi yitirecek, kimisi yitirirken pek çok şey elde edecek. Beklenen son iyi ve kötü; zengin ve fakir; tahsilli ve cahil ayrım gözetilmeksizin aynı mekânda buluşacak. Tıpkı suyun üzerine gelen demirin de, büyük taşın da, küçük taşın da, tahtanın da, zerrenin de; aynı yer olan suyun dibine iniyor olması gibi. Tek fark kimisi çok misafir olacak kimisi az. 
 
Doğayla ne kadar da iç içeyiz. Sanki etrafımıza bakındığımızda gördüğümüz her şeye bir mühür bırakmış güzel Mevla. Her şeyde önce O’nu sonra kendimizi görmemizi istiyor sanki. Hakikat bu değil mi? İncele, düşün, tefekkür et, şükret ama yeter ki fark et! Eşref-i mahlûk olduğunu ama senin gibi pek çok eşref-i mahlûkun olduğunu, sorumluluk sahibi olduğunu fark et. Vaktine, ömrüne, seni yaratana, kendine vefa et. Öyle ki ömrün halkası tükenmeden olsun her şey, vefan vefatından önce olsun ve dahi ömrün de gayretin de bu yolda olsun…


GENÇ'ın Yazısı.