Hümeyra Akpınar
Tüm reklamların “konfor, kolaylık, zaman tasarrufu, daha az çaba" kelimeleriyle slogan attığı bir dönemdeyiz. Rahat koltuklarımız, mutfaklarda bir sürü yardımcı aletlerimiz, dolapta onlarca kıyafetimiz, her işi kendi kendine yapan cihazlarımız var. Fakat ihtiyaçlarımız tamamlanmışken eksik kalan bir şeyler mevcut içimizde. Bu bolluk içinde neye muhtacız?
Müreffeh bir hayata sahipti Allah Resulü (sav), Hira Mağarası'na çıkmadan. Mutlu bir yuva kurmuş, geçim sıkıntısı çekmiyordu. Fakat uzaktaki mağara önce onu sonra ellerinde yemeklerle Hz.Hatice’yi (ra) misafir ediyordu. Her bölgeden Kabe’yi ziyarete gelen insanlar, ticari ve kültürel canlılıkla Mekke bolluk içindeydi. Tamamlanmış gibi görünen bu hareketli ve sosyal şehir niçin mağaraya karşı bir galibiyet içindeydi?
Mus’ab bin Umeyr (ra) ipek giysiler ve hoş kokular içinde gençliğinde neyi bulamamıştıda bu eksikliğini Allah Resulü’nün (sav) dizinin dibinde, Medine’nin ıssız yollarında gidermişti?
Süleyman (as) binbir çeşit yemeği olmasına rağmen fakirlerle yemek yemişti. Onların yemeğinde hangi lezzeti ummuştu?
İbrahim (as) baba mesleğini sürdürebilecekken, ölene kadar geçim sıkıntısı yaşamadan geçinebilecekken niçin aya ve güneşe “Sen benim Rabbim misin?” diye sormuştu. Sonrasında neyi bulmuştuda şaşkın bakışlarla büyük putun boynundaki baltaya bakan kalabalığı, o baltayla bulduğuna çağırmıştı?
“Rahatlık batıyor mu?” denir. Fakat bir çağrı var. Katman katman giydirilen eşyalardan, kıyafetlerden, insanlardan, teknolojik aletlerden soyunarak ulaşabileceğimiz. Biz çağrının mahiyeti bir kenara kendisine ulaşmakta zorlanıyoruz bu yüklerle. Hiranın uzun yolu daha uzun, Musab’ın ayak izleri daha silik, tahttan inip kuru ekmek yemek zulüm geliyor. Vücudumuzu çarmıha geren yok belki ama ayaklarımızı, zihnimizi, kalbimizi sabitleyen bir güç var. Nur Dağı’nın eteklerinde hareketsiz bir şekilde, bakışlarımızı bir Mekke’nin hareketli hayatına, bir Hira’nın ulaşılmaz görünen ilahi tecellisine dönderiyoruz. Hesaplamalar, olasılıklar, alışverişler zihnimizde geziniyor. Neyi bekliyoruz?
“Yarınlar yorgun olanların değil, rahatlarından vazgeçebilenlerindir” der Hasan el-Benna. Kendini gerçekleştirmiş olan tüm örnekler çizginin dışına çıkanları anlatıyor. Güvenli alanımızdan çıkınca belki ayağımıza dikenler batacak, tüm dünya karşımızda bize küçümsercesine bakacak, uykularımız yarım kalacak. Fakat bir fikrimiz, bir gönlümüz ve bir derdimiz olacak.
Toplumun silik bir karakteri olmak yerine insan olmanın tüm vasıflarını hissedeceğiz. Fakat en önemlisi ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku!’ emrinin muhatabı olarak, yaramıza şifası, karanlığımıza nuru, umutsuzluğumuza büşrası, yolumuzu bulmamıza furkanı yardım edecek. Yoksa Hira’nın eteklerinde, bir yanıp bir sönen niyetimizle, ayaklarımızda dünya yükünü uzunca taşımanın verdiği sızıyla, bir altınlı putlara bir ilahî mağaraya yüzümüzü çevirmekten yorgun düşeceğiz ve gün bitecek.
GENÇ'ın Yazısı.