İrem Özdemir

Bardak incinir mi, ya ağaç, peki ya mekan incinir mi? Eşya kullanılmaktan yorgun düşer mi? Ya bir teşekkür umar mı? Çiçekler konuşur mu, kuşlar şarkı söyler mi, kapı tokmağı dile gelir de kandiller uykudan uyanır mı? Tüm bu sualler başında; sahici ve sıcacık bir tebessümle maziye yöneliyor yüreğimin aynaları! Bir kadim medeniyetin incileri saçılıyor seyir iklimime…Pencere önünde kırmızı çiçekten, yâre hediye edilen aynaya değin manalar bekliyor kapımda. Mazinin feyizli çerağları ışığında; adab-ı muaşeretin öz benliğine, edebin vücut iklimine; Osmanlı’da bir mahalleye yol alıyor seyyahım… Sahi pek meşhur bu ara sanal turlar, ben ücret de talep etmiyorum dost; sadece gözleri kapatıp maziyi hatırla, biraz hayal gücü; dostla içilen hatırı bâki kahve tadında bir düş.

Şu köşedeki beyaz konağa bakın; duvarında “Ya Malikel Mülk” levhası asılı, Osmanlı’da mülkiyet anlayışı, felsefe okullarının üzerinde kanlı terler döktüğü meseleyi çözmüşe benziyor. Ya camının önündeki sarı çiçekler de nesi? “Bu evde hasta var.” diyor çiçekler. Buradan geçerken sükuta selam, aman dikkat! Ya karşıdaki konağın penceresi önünde gözlere şenlik kırmızısıyla mütebessim çiçekler; “Bu evde evlenme çağında genç kız var; hassaten delikanlılar edebe riayet, konuşmalara dikkat” çağrısında. Oyma ahşap kapıya yönelince, işlemeli iki tokmak; biri zarif küçük, diğeri tok sesli büyük. Mahremiyet mühim mesele olunca; gelen konuk bey mi hanım mı bellemeli, kapıya ona riayeten çıkılmalı. Ve görkemli ahşap kapıların bir diğer süsü “Ya Fettah” remzleri. Sakın ola gözlerden kaçmasın. Allah o eve girende hayır kapılarını açsın, şer olanı kapatsın. Allah ki, “Fettah” esmasına matuf, öyleyse gam kapı dışarı kalsın, eve girişte çıkarılan ayakkabılara eşlik etsin, beri olsun. Sofraya oturunca; Besmele çekilsin bereket yağsın, su içilen bardak öpülsün; marifetine iltifat edilsin. Yuvarlak yer sofrasına diz çökülsün, yuvarlak ki köşesiz, köşesiz olsun ki baş köşesi de olmasın; herkes değerli hissetsin, yayılmakta olan samimiyeti kuşansın. 
 
Akşam oldu mu perdeler çekilsin ve kandiller uyansın, sakın ha yanmasın, yanmak üsluba felaket telakkisi, uyansın ve de uyandırsın öyleyse kandiller. Sabaha da sönmesin, dinlensin. Sönmek olur mu hiç, Allah ocağınızı söndürmesin! Sokak sokak gezdikçe hayretler artıyor. Her yapının köşesinde ihtişamıyla kuş evleri; can, cana hürmet ediyor. Her köşe başında hayrat çeşmeleri, hat ve tezhip işlemeleri sanatın, mimarinin geldiği seviyeyi, medeniyetin köşe taşları arasına nakşediyor. Taşa ruh katan ecdadın eserleri, ruhu taşlaşan torunlarını hayran ediyor. 
 
Çerçi dükkânı başında bir delikanlı, sevdiğine ayna mı alıyor; “sana senden daha güzel ne verebilirim ki” fikrinden esinle… Akşama kız isteyecek bir başka delikanlı, terziden siparişini verdiği takımını almıyor elbette, günlük giydiği pantolonu kâfi, şayet dizlerindeki secde izinden “binamaz mı ehli namaz mı” kontrolüne tâbi tutulacağının pek tabii farkında. Gelen misafire evvela kahve ve su ikram ediliyor bir evde. Suyu evvelde mi ahirde mi içecek misafir diye, ev sahibi pür dikkat. Aç mı, tok mu bilinecek, ya sofralar kurulacak ya ikramlıklar yetecek. Ayakkabılar da içeri dönük çevrilecek, “hanemize geldiniz, ne bereket! Her zaman buyurun.” Çağrısı yapılacak. Cuma saatinde dahi satışa devam eden toruna inat ecdat; her vakit namazında kuyumcusu dahil açık kapı gidecek cemaate… Evlatlar; “dandini dandini dastane” ile bostandaki danayı kovalaması için uyutulmayacak, Hû yavrum Hû ninnileri ile neşvünema edecek her biri! Henüz bebekken Rasulullah (S.A.V) rüyada ziyarete gelecek körpe yavruları. Şahsiyet ve maneviyat arasındaki esrar yol bulacak.
 
Yakacak ihtiyacı için odun kesmeye gidilince; genç ağaçlar ürkmesin diye baltanın ağzı bezle sarılacak. Her köşe başında sadaka taşı olacak; fakir ekmeksiz, zengin sadakadan bigane kalmayacak. Tekkede erenler agâh olacak, şehirde yahut taşrada halk sürur bulacak. Uyanma vakti, gezi bitti, şimdi anladınız mı Osmanlı niçin ebedi? 


GENÇ'ın Yazısı.