Habibe Nur Erdem

Sokakta, kafede, yolda, markette, evde ve en nihayetinde kendi odamda yapayalnızım. Evde konuşacak tek bir insan yok ama kazara ses çıkarsa ağzımdan, yankı yapıyor. İnsanlar bakımından yalnız olduğum kadar eşyalar bakımından da yalnızım. Çok eşya sevmediğim için evimi kendime göre, sade ve mümkün olduğu kadar zaruri eşyalarla düzmüştüm. Kendi kendime taşınmıştım buraya da. Öyle yardıma çağıracağım, taşınırken benimle birlikte olacak tek bir kişi bile yoktu. Nakliyeciler de olmasa... 
 
Yalnızlıktan bu kadar bahsetmemin sebebi ondan sıkılmam değil, yanlış anlaşılmayı asla istemem. Ben çok mutluyum böyle. Kendi evim, kendi hayatım, kendi düzenim. Tamamen benim tekelimde olan bir hayat yaşıyorum neredeyse. Yalnızlık özgürlüktür bence. Hesap vereceğin veyahut konuşmalarıyla kafanı şişiren kimse yok. Canın bir şey mi yapmak istedi, hemen. Kimseyle fikir alışverişi yapmaya, danışmaya gerek yok.
 
-Kestiiik! Evet, çok iyi iş çıkardın. Bugünlük paydos!
 
-Tamamdır, teşekkürler. 
 
Kusura bakma, böyle hayatımın içinden bir kesitle başladı tanışmamız. Dizi setlerinde kameraya karşı ezberlediğim metinleri okuyan bir oyuncuyum ben. Hafta içi sabahtan akşama kadar setteyim. Belki senin ve diğerlerinin seyrettiği bir dizideyimdir. Öyle rastgele televizyon kanalları arasında dolaşırken geçip gittiğin bir yerde de oynuyor olabilirim, kim bilir. Neyse, paydostan sonra yorgun bir şekilde evin yolunu tutar tüm oyuncular. Kendi hayatında ne yaşadığının pek bir önemi yoktur, sete geldiğinde senaryo gereği gülmen mi gerekiyor ağlaman mı gerekiyor, o şekilde oynarsın. Eve dönüş yolundaysa hayatı sorgularsın. Aslında kendi hayatında da bir oyuncudan farksız olmadığını, hatta oynadığın karakterin tıpa tıp aynısı olduğunu düşünürsün kendi kendine. 
 
Eve geldiğimde ilk iş biraz dinlenmek olur. Yattığı zaman hemen uykuya dalabilenlerden olmam büyük bir talih. Alarm sesiyle uyanır ve evdeki oyunculuğuma başlarım. Akşam yemekleri sorgu-sual seanslarıdır adeta bizim evde. Gün içinde ne yaşadıysak anlatırız birbirimize. Birbirimizin yüzüne gülümseriz bazen yalandan, bazen gerçekten. Ama ben bu aralar yalandan gülümsüyorum. Kimse fark etmiyor ama, Çok iyi oynuyorum her zaman yaptığım gibi. Bunun adına isterseniz mesleki deformasyon deyin isterseniz başka bir şey. Yemeği de bitirdikten sonra odama çekiliyorum, biraz kendimle yalnız kalmak istiyorum, fiziki olarak. Çünkü manevi olarak zaten yalnızım. Dedim ya tıpkı o oynadığım karakteri yaşıyorum sanki gerçek hayatımda. 
 
Evet, belki evde tek başıma değilim, adım başı insan var ve sürekli konuşuyorlar belki. Ama farkındalık başka bir olay. Aynı evin içerisinde manevi yalnızlarız biz. Birbirimizin iç dünyasından bihaber dolduruyoruz günlerimizi. Peki neden bu manevi yalnızlığımız diye düşünmeden edemiyorum. Belki de kendi saçma hüzünlerimizle diğer insanların mutluluğuna engel olmak istemiyoruz belki de güçsüz görünmek istemiyoruz bir başkası tarafından. Bilemiyorum, insan en yakınlarının yanında bile oynuyorsa ne anlamı var bu yakınlığın? Nasıl bir yakınlık ki kimse bir diğerinin içinde kopan fırtınaları bilmiyor. 
 
Öyle büyük dertlerim yok aslında istediğim hayatı yaşıyorum. Küçüklüğümden beri oyuncu olmak istiyordum ve oldum. Ama bu oyunculuk meslek olmaktan çıkıp gerçek hayatıma yansıdığında sinir bozucu oldu. İnsan yaşamının büyük bir kısmında oyuncu olduğu zaman gerçek hayatına da oyuncu olarak devam etmesi daha da koyuyormuş. Bu gerçek çarpınca yüzüme bir uyanış oldu kendi hayatımda. Kendim uyanmışken, yakınlarıma da ‘uyanın!’demek istedim.
 
Gün içinde yalandan hal hatır sormaların dışında birebir göz teması kurarak ve en kıymetli hazinemiz olan vaktimizi karşımızdakine vererek dinleyelim. Bir de böyle deneyelim. O zaman fark edeceğiz en yakınımızdakine olan körlüğümüzü. Bilemiyorum, ne çıkar ki denemekten? Sadece oturup konuşalım işte. 
 
Tüm bunları düşünürken uykuya dalmışım. Bir pazar sabahına uyandım. Pazar kahvaltıları meşhurdur, biraz geç yapılır ve daha keyiflidir. Tatil günü ya, herkes daha bir pamuk gibi olur. Dün yatmadan önce düşündüklerimi dile getirdim sofrada. Önce herkesin biraz tadı kaçar gibi oldu. Çünkü ben bu muhabbeti açana kadar herkes çok mutluydu ve şen şakrak kahvaltı yapıyorduk.  Ama yaralar öyle üstün körü kapatılarak iyileşemezdi ki. Hem biz birbirimizin en yakınıydık. Ne olurdu ki biz bizeyken gardımızı indirsek ve güçsüzlüğümüzü göstersek? 
 
Derin bir sessizliğin ardından herkes tek tek bana hak vermeye başladı ve başladı koyu bir muhabbet. Birisi cesaretle bir derdini paylaştı bizimle, ondan güç alan bir diğeri de devam etti konuşmaya. Ben de gerçek yaşamımdaki yönetmen oldum ve ‘kestiik’ dedim tabiri caizse. Öyle güzel oldu ki. Artık kimse kimseye yalandan gülümsemiyordu, oynamıyorduk birbirimize. Dertlerimiz mi? Artık dert değil. Çünkü biz yalnız değiliz, çok kalabalığız!


GENÇ'ın Yazısı.