Bir rayiha oldu oldu esti yine gönül dünyamıza Ramazan, tarifi zor bir neşe hakim müminlerin yüreklerinde. Bembeyaz başörtüsüyle nur yüzlü annelerimizin kurumuş dudakları Allah zikriyle hemhal. Sofralarımız Suffa’yı andırıyor. Aynı anda oturulup besmele ile çorbadan ilk kaşığı yudumlayıp muhabbete doyduğumuz Ramazan sofralarımız… Secdelerimiz daha bir huşu dolu, seherlerimiz dualı, daha bir neşeli çocuklarımız. Temizlenmiş, affedilmiş bir kul olarak bayrama erişmek umudumuz.
“Nerede o eski Ramazanlar” diyerek iç çeksek de zaman zaman bu medeniyetin evlatları her daim sımsıkı sarıldı Ramazan’a. Hep farklı oldu Ramazan’ın iklimi. Şimdi sorsak kim bilir kaç kişinin namaza başladığı aydır Ramazan, kötü bir hasletinden vazgeçtiği, küslerin barıştığı, husumetin ortadan kalktığı…
Gözlerimizi 5 dakika kapatsak, bulunduğumuz şu güzel iklimin içerisinden daha güzel bir iklime yolcu olsak. En sevgiliye, onun şehrine, onun mescidine misafir olsak. Bir sütunun ardında gizlice onu seyretsek, Vahşi misali. Ne karşısına çıkacak ne de yüzüne bakacak yüzümüz yok. Ya bize Aksa’yı sorarsa, Suriye’de öldürülen çocukları, ırzlarına geçilen namuslarımızı, kazaya kalan namazlarımızı, televizyon ekranında izlediklerimizi, boşa geçen zamanlarımızı, fütursuzca doldurduğumuz midelerimizi… Ne cevap verebiliriz ki? Ne diyebiliriz en sevgiliye? İyisi mi sütunun ardında bekleyelim.
Efendimiz minbere çıkıyor. “Amin” diyor ilk adımda. Tüm mescid duyuyor. Sütunun arkasında yankılanıyor o mübarek ses. İkinci adım ve ikinci “amin”. Son adımıyla birlikte bir “amin” daha yükseliyor semaya mübarek lisanından. İnsanlık tarihinin duyduğu en özel sesten gözleri yaşartan, yüreklere dokunan, ezberleri bozan muazzam bir hutbe. Ve tüm heybetiyle iniyor sevgili. Sahabe soruyor;
“Ya Resulullah, minbere çıktığınız zaman neden ‘amin’ dediniz, her adımınızda bunu neden söylediniz?”
Efendimiz çevresindeki sahabelerine nazar ediyor ve şöyle buyuruyor;
“Cebrail (a.s) üç dua etti, ben de onlara amin dedim. İlkinde ‘annesine, babasına veya sadece onlardan birine ulaşmış bir evlat, (onlara güzel hizmet edip, onların hâyır duasını alıp) cenneti kazanamadıysa ona yazıklar olsun/ burnu yerde sürtünsün’ dedi. Ben de amin dedim.”
Sütunu setre kıl Allah’ım bize. Biz nasıl anlatırız huzur evlerinin varlığını Resulullah’a! Ramazan ve Kurban Bayramlarında bile anne, baba yerine tatil merkezlerinin ziyaret edildiğini nasıl söyleyebiliriz! Eyvah ki ne eyvah!
“İkincisinde ‘sen peygamber olarak bir insanın yanında anıldığın zaman sana salat-ü selam getirmezse ona yazıklar olsun/ burnu yerde sürtünsün’ dedi. Ben de ona amin dedim.”
İsmin her anıldığında salavat getirmek şöyle dursun, salavatın varlığını tartışan “Twitter Hocaları” yüzünden gönlümüz de burnumuz da yerlerde sürünmeye mahkum bizim.
“Üçüncüsünde ‘Ramazan’a eriştiği halde bir insan, Ramazan’ın feyzinden, bereketinden istifade edememiş, Ramazan gelmiş geçmiş de hâlâ Allah’ın mağfiret ettiği bir kul olamamışsa yazıklar olsun o kula/ burnu yerde sürtünsün’ diye dua etti ben de amin dedim.”
Açılsa gözlerimiz, umut dolsa yüreklerimiz. Bir ay var önümüzde. Ya burnu yerde sürtünenlerden olacağız ya da ruhu dünyayı aşanlardan.
Mağfiret damlaları kaplıyor yeryüzünü. Gelin yorganı üstümüzden atıp affa talip olalım. Affa, mağfirete, Ramazan’a, Rabbimizin rızasına…
Ender Ekim'ın Yazısı.