M.Berat Çakır
Küçükken ağabeyimle yaz tatilini iple çekerdik. Gidelim de o sıcak kasabaya, gülelim oynayalım diye hayaller kurardık. Sıcak kasaba dediysem havasından değil, samimiyetinden. Bu kasabada herkes birbirini tanırdı, akşamları hep birlikte sohbet muhabbet edilirdi. Yaşı kemale ermiş teyzelerden, amcalardan çok şey öğrenilirdi bu sohbetlerde. Bizim için de dinlemesi çok keyifli olurdu. Anlattıklarından çok feyz alırdık.
Tatilimiz başlayınca atlardık arabaya anneannemiz ve dedemizle, güle oynaya yiyerek içerek giderdik kasabamıza. Evimizin balkonunu hazırlamak orada oturmak, oyun oynamak isterdik hemen gider gitmez. Hele anneannemizin bize yaptığı tereyağlı salçalı ekmek, dedemizin kasabanın pazarından getirdiği poşetler dolusu gofret, kuruyemiş ve sevdiğimiz birçok atıştırmalık. Bunların tadını hiçbir zaman hiçbir yerde bulamadım.
Akşam olur, bulmaca doldurur, sohbet ederdik. Bir sonraki gün hangi yaylaya gideceğiz, nerede piknik yapacağız, istişare ederdik. Hele bir sallanan dalımız vardı, hep oraya gitmek isterdik. Sallanan dal; kışın bulunduğu yer itibariyle yoğun kar yağışı olduğu için ağacın dallarının da üstünde fazla kar biriktiğinden artık eğimli bir hale gelmiş. Biz de salıncağı andıran bu dala oturur, sallanırdık. O ağacın altına da oturur piknik yapardık.
Gelelim o sıcak, samimi kasabaya. Osmanlı döneminde başkent olmuş, günümüze de Sakarya ilinin en gözde ilçesi olan bir yer burası. Taraklı. Cumbalı evleri, tarihi konakları, güzel sokakları… Her köşesi Osmanlı kokuyor. Taraklı’nın çarşısında Mimar Sinan’ın inşa ettiği Yunus Paşa Camii bulunuyor. Yunus Paşa Camii, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında, onun vezir-i azamı olan Yunus Paşa tarafından yaptırılmış. Kubbesi de kurşundan yapıldığından halk arasında Kurşunlu Camii denmiş. Taraklı aynı zamanda da Tarihi İpek Yolu üzerindeymiş eskiden. Çin’den İstanbul’a uzanan bu yol üzerinde Taraklı da yerini almış. Bundan dolayı Taraklı, Osmanlı’nın ilk dönemlerinde çok önemli, merkezi bir yer haline gelmiş.
Zaman burada adeta yavaş akıyor. Akrep ile yelkovan şehir hayatının hızından, telaşından çok yorulmuş, burada soluklanıyor sanki. Bunun için de buraya sakin şehir unvanını vermişler. Hayat çok keyifli geçiyor bu kasabada. Şehrin stresinden uzak bir cennet sanki burası. Bizim de ağabeyimle bu sakin şehirde girmediğimiz sokak kalmamıştır. Neredeyse bilmediğimiz hiçbir yeri, hiçbir köşesi yoktur. Bisikletlerimize atlar, sırtımıza kadar çamur olmadan gelmezdik.
Dedemiz, ağabeyimle bana birer lira verirdi. Dedemizden parayı aldığımızda heyecanla bisikletlerimize binerdik. Neler alacağımızı konuşur, nerede yiyeceğimizi tartışırdık. Tabii ki de oturacağımız yer parkın içindeki ulu ağaçların altındaki banklar olurdu. Bu parkı çok severdik. İçinden geçen su yolu, su yolunun üstündeki köprü. Bisikletlerimizle bu köprüden geçmek çok hoşumuza giderdi. Yiyeceklerimizi yedikten sonra artık gezmeye başlayabilirdik.
İlk durağımız kasabanın çıkışındaki geniş yol olurdu. O yolda bisiklet sürmek çok hoşumuza giderdi. Kasabanın içindeki yola göre burası biraz daha sakin olurdu. Daha sonra buradan çarşıya doğru gider, ara sokaklara girerdik.
Bir lirayla bütün günümüzü geçirirdik o kasabanın sokaklarında, parkında. Bisikletlerimiz, ceplerimizde birer lira ve samimiyetimiz. Sadece bir lira, bizim mutluluğumuza yeterdi, artardı bile. Başka hiçbir şeye gerek yoktu. Kasabanın bakkalından alacaklarımızı alır, büyük parka gider, ulu ağaçların gölgesinde yiyeceklerimizi yer, içer sohbet ederdik.
Her şey güzel, hoş, ancak zaman akıyor. Yıllar birbirlerini kovalıyor, hiçbir şey eskisi gibi kalmıyor. Ne keyifle oturduğumuz park kaldı o sakin şehirde ne de bizim parkta yiyecek yerken bile mutlu olduğumuz küçüklüğümüz. Biz büyüdük, arus-i cihanımız büyüdü. Dertler çoğaldı, sorumluluklar fazlalaştı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Geriye bu güzel hatıralar kaldı.
GENÇ'ın Yazısı.