Yavuz Yılmaz

Lübnan seyahatimden kalan hatıralarımı yazdığım “Lübnan İzlenimleri” adlı yazılarımın üçüncüsü olan bu anlatıda bir öncekinden farklı olarak Beyrut ve civar kentlerde tarihe meydan okuyan Türk-İslam eserlerinden bahsedeceğiz. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarda bu bölgede inşa ettirdiği kamu ve sosyal yapılardan bu yazıda sıkça söz edebileceğiz. Daha önceki yazımızda tarihin neredeyse yarı noktasına kadar gitmiş, günümüzden yaklaşık 7 bin yıl öncesini anlatmaya çalışmıştık. Hristiyanlık öncesi Avrupa devletlerinin bu bölgeyi nasıl etkilediğini ve üzerinde nasıl söz sahibi olduğunu Yunanlılardan bahsederek bunun Hristiyanlık dininin yayılmaya başladığı günlerden ve gelişimini tamamladığı 19. yüzyıla kadar götürmüştük. Uzun bir tarihin içinde değindiğimiz konu ise hiç şüphesiz fazlasıyla yer ayırdığımız mimariydi. Bu yazıda da yine mimariden bahsedeceğimi ama bir öncekinden farklı olarak daha çok Türk-İslam medeniyetinin vücuda getirdiği bir mimari olduğunu peşinen belirtmek isterim. Zira bir önceki yazıda bunun tam tersi olduğunu, 700 yıla yakın bir süredir Türk-İslam coğrafyası içinde olmasına rağmen bu durumdan hiç bahsetmediğimi bunu da ikiye ayırarak farklı yazılarda bahsetmenin daha faydalı olacağını düşünmemeden ötürüydü. 
 
İlk Fetih
 
Lübnan vücuda geldiği günden bu yana bütün milletler tarafından bir odak noktası haline gelebilmeyi çok eskiden beri başarmış Orta Doğu’nun en önemli merkezleri arasındadır. Akdeniz’in kıyısında bir inci gibi yer edinen Lübnan, Müslümanlar tarafından ilk kez Halit Bin Velid komutasındaki ordunun 20 Ağustos 636 yılında Yermük Savaşı’nda Bizans’ı yenilgiye uğratması üzerine İslam Devletinin kontrolüne geçti. Hristiyanlar bölgeyi ellerinden bırakmak istemediyse de Haçlı Seferleri’ne kadar bu toprakları geri almak için gösterdikleri çabalar boşuna oldu. Fakat Haçlı saferlerinin başlamasından sonra bölge kıyı şeridi boyunca Hristiyanların eline geçti. Selahaddin Eyyubi, Kudüs Fethi sırasından bölgeyi ele geçirmişse de ölümünden sonra Haçlılar tekrar bölgeyi ele geçirirler. Fakat onlarda yeni kurulan ve bölgeyi ilk kez hakimiyetini altına alan Memlük Devletine karşı koyamazlar. Yönetici sınıfının Türk olduğu halkının ise çoğunun başta Araplar olmak üzere birçok milletten olan Memlük Devleti idaresi altına yaklaşık 300 yıl gibi bir süre hakimiyet altına alınan Lübnan, Yavuz Sultan Selim’in 1516 yılındaki Mısır Seferi sonucu Osmanlıların idaresi altına girmiş olur. Şehir bu tarihten itibaren itibarını daha da yükseltmiş ve eskiden beri önemli bir merkez olma durumunu yine korumuştur. 
 
Bir Osmanlı Şehri 
 
Osmanlılardan itibaren bölge imparatorluğun gücünden de faydalanarak daha da büyük gelişmeler gösterdi. İslam dininin vazgeçilmez esaslarından birisi olan eğitim yuvaları olan medreselerin ve diğer eğitim yuvalarının sayısı hızla artmaya başladı. Bunlarla birlikte diğer türdeki mimari yapıların da sayıları oldukça yükseldi. Çünkü Osmanlı’da bir şehir kurulurken o şehir için önce bir cami, medrese, hamam ve han inşa edilirdi. Bu da bölgenin genel mimarisini vücuda getiriyordu. Bunun şu an bile Osmanlı hakimiyeti altında kalmış bütün şehirler için söyleyebiliriz. Osmanlı idaresinde kaldığı süre zarfından, şehirde camiden medreseye çeşmeden hamama çok sayıda mimari eser inşa edilmiştir. Evliya Çelebi, Beyrut şehrini ziyaret ettiğinde burayı on yedi medrese, sekiz sıbyan mektebi, dört hamam, yedi çeşme, üç yüz dükkan, kırk kahvehane ve sekiz ticaret hanı ile 17. asırda sosyal bakımdan gelişmiş bir şehir olarak tasvir etmektedir. Fakat Lübnan’da çok daha farklı bir izlenim yakalamıştım. Neredeyse 400 yıl Osmanlı hakimiyeti altında bulunmasına rağmen ve yine Evliya Çelebi’nin hatıralarında belirttiği gibi çok zengin bir kültüre ve gelişime sahip olmasına rağmen şu an şehirde bulunan Osmanlı izlerini taşıyan yapıların hemen hepsinin arkasında Sultan Abdülmecid ya da II. Abdülhamid’in imzası bulunmaktadır. Büyük ihtimalle zaman içinde eski yapıların bir şekilde zarar gördüğü aşikardır. 
 
Tahtın 25. Yıl Armağanı: Hamidiye Çeşmesi 
 
Osmanlı adına rastladığım tarihi yapıların hemen hepsi imparatorluğun son yıllarında II. Abdülhamid Han ya da Sultan Abdülmecid tarafından yapıldığını görmüştüm. Daha önceki yazımda bahsettiğim demiryolları buna en iyi örnek olmasının yanında daha birçok kamu ya da sosyal alanlar adına yaptırılmış yapıyı da saymak gayet mümkün. Hatta buradaki yöneticiler tarafından yaptırılmış olan eserleri de buna örnek gösterebiliriz. Örneğin Lübnan’ın orta yerinde adeta bir Central Park gibi şehrin gelinliğini andıran Sanayah Parkı’nda bulunan Hamidiye Çeşmesi bunlardan biridir. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25.yılı dolayısıyla yaptırılan bu çeşme 1900 yılında inşa edilmiştir. Asıl yeri o zamanın valilik binası olan şimdilerde başbakanlık binasının önüydü. Fakat sonradan yine Abdülhamid tarafından yaptırılan Sanayah Parkı’na taşınmıştır. Çeşme artık gelişimini tamamlamış olan büyük tropikal iklim ağaçların çevrelediği mermerden bir çemberin ortasında yükseliyor. Çeşme taşınma esnasında bazı zararlar görmüş ve iç savaşla birlikte birçok yerinde kurşun izleri kalmış. Bunun farkına varan Türkiye’nin yurt dışındaki kültür koruyucusu TİKA tarafından hemen restore ediliyor ve şu anki görünümüne kavuşuyor. TİKA bu konuda gerçekten büyük bir yükü omuzluyor. Yurt dışındaki varlığımızın korunup kollanması dikkate şayandır. 
 
Sultan Abdülmecid’in Yadigarı, Selimiye Kışlası’nın İkizi: Beyrut Kışlası 
 
Lübnan’ın başkenti Beyrut merkezde yer alan bir diğer önemli yapı da şu an başbakanlık binası olarak kullanılan Beyrut Askeri Kışlası’dır. Kışla 1853 yılında dönemin padişahı Abdülmecid tarafından Selimiye Kışlası örnek alınarak yaptırılmıştır. Bazı kaynaklarca Büyük Saray olarak da geçmektedir. Fransızların işgali sırasında kullandıkları askeri kışla, bugün başbakanlık binası olarak 168 yıldır hizmet vermeye devam ediyor. Kışlanın hemen karşısına inşa edilmiş olan ve yine şu an İmar ve Kalkınma Konseyi olarak hizmet vermeye devam eden Osmanlı Askeri Hastanesi de bu eserler arasında sayabildiklerimden birkaçıdır. Bu yapıları Beyrut’a yolunuzun düşmesi durumunda ziyaret etmenizi mutlaka öneririm. Çünkü bu eserler ecdat yadigarı ve aynı zamanda yakın tarihimizin kanıtı. Bu hatıraları ne kadar tanıyıp bilirsek, tarihimize karşı bir o kadar bilinçli olacağımızdan şüphem yok.
 
Beyrut Kışlası'nın ön tarafında bulunan küçük bir parkın içinde birde saat kulesi bulunmaktadır. Adı Hamidiye Saat Kulesi’dir. Bu yapı yine dönemin Osmanlı Devleti yöneticileri tarafından yaptırılan sosyal yapılara örnek olarak gösterilebilir. Aynı zamanda Osmanlı Devleti tarafından yapılmayan fakat Osmanlı Devleti adına Sultan II. Abdülhamid’e armağan edilen bir saat kulesini daha bu listeye ekleyebiliriz. Şehrin kalbinin attığı Yıldız Meydanı’nda bulunan bu yapıda muhakkak görülmesi gereken yerlerden biri. Özellikle eskiye özenilerek inşa edilmiş olan civardaki binalarla birlikte muhteşem bir görsel şölen sunuyor ziyaretçilerine. Sultan Abdülmecid yadigarı bir diğer eser ise 1773 yılında yaptırılan Mecidiye Camii’dir. Sultan Abdülmecid’in restore ederek camiye dönüştürdüğü Mecidiye, daha önceleri Şeyh Muhammed Şüveyh Zaviyesi olarak bilinmekteydi. Sonra padişaha nispeten Mecidiye adını aldı ve cami olarak hizmet vermeye başladı. Güney kapısındaki mermer levhada ‘’Bismillahirrahmanirrahim, Mecidiye Camii Osmanlı Padişahı Sultan Abdülmecid döneminde yenilendi’’ demektedir. 
 
Tarihin İzleri Camilerde 
 
Beyrut merkezde yaklaşık 25-30 civarı camii var. Fakat bu camilerin çoğu büyük binaların arsında kalmış ve kat kat yükselmiş olan apartmanlardan farkı yok. Camilerde Türkiye’deki gibi bir mimari ya da eskiye özenilerek inşa etme kaygısı yok. Fakat durum her ne kadar böyle de olsa Beyrut’ta da eski zamanın içinden gelen camilerle ve ibadethanelerle karşılaşmak oldukça sıradan. Zira Beyrut yaklaşık 1400 yıldır İslam sancağı altında. Bu yüzden şehirde eski tarihin içinden gelen birçok camide var. Örneğin bunlardan birisi Emir Mansur Assâf Camii’dir. Saray Camisi olarak da anılan bu caminin bir duvarında üç satırlık bir mermer levha üzerinde Osmanlı bayrağı bulunmaktadır. Şehrin şu an tam merkezinde bulunan bu cami etrafındaki muhteşem mimarinin de etkisiyle kent merkezine oldukça güzel bir görünüm veriyor. Akşam vakti ziyaret ettiğim sıralarda bir Mevlit okunuyordu. Daha doğrusu ilahiler eşliğinde ibadet ediliyordu. Caminin genel mimarisi de çok düzgün ve korunmuştu. Dört uzun sütün üzerinde geniş duvarların taşıdığı bir kubbeyle vücuda gelmiş olan bu cami, küçük olmasına rağmen gayet hoş bir görünüme sahipti. Sizleri mimarisindeki tarihi detaylara eski zamanlara götürmeyi başarabilen camiler arasında.
 
Dikkatimi çekmiş olan bir diğer cami ise Bursa’daki Ulu Camiye oldukça fazla benzettiğim Emîr Münzir Camii’di. Yine mermer sütunlar ve geniş duvarlar üzerinde yükselen bu camiyi Ulu Cami’ye benzetmemin sebebi içinde bir şadırvan bulundurmasındandı. Yapısıyla tarihiyle dikkat çeken bir diğer cami ise yine şehrin merkezinde Roma kalıntıları üzerine Haçlı Kilisesi olarak MS. 1150 yılında kurulmuş olan El Ömerî Camii’dir. Caminin inşa ediliş tarihi belirttiğimiz gibi yaklaşık 10 asır önce olsa da büyük çekişmeler sonucu sürekli el değiştirmiştir. Uzun yıllar boyu kilise olarak kalmış olan El Ömeri Camii 1291 yılında Memlük Devleti’nin bu toprakların kontrolünü sağlamasından sonra kiliseden camiye çevrilerek, adı El Ömeri Camii olur. Memlüklüler yapıya sonradan kendi mimarileriyle bir minare eklerler. Tarih içinde çokça değişen, eklemeler yapılmasına ve iç savaşta oldukça büyük zarar görmesine rağmen şu an Beyrut’un kalbinde muhteşem bir tarih abidesi olarak karşımıza çıkıyor. 
 
Beyrut eskiden beri var olan muhteşem sanatsal ve büyük kültürel varlığıyla daima insanların odak noktası haline gelebilmeyi başarmış bir şehirdir. Büyük savaşlar ve kanlı oyunlara sahne olan bu şehir defalarca kez yıkılıp yeniden inşa edilmesine rağmen bugün bile halen dünyanın en güzel şehirlerinden biridir ki Lübnan İzlenimleri başlıklı diğer yazılarımızda da belirttiğimiz gibi sahip olduğu mimariye dünya üzerinde çok az şehir sahiptir. Özelikle şehir merkezi olarak nitelendirilen DownTown, çoğunlukla iç savaştan sonra vücuda gelmiş bir şehir olsa da yapısı itibariyle birçok Avrupa şehriyle kıyasıya yarışır ve yaraşır durumdadır. 


GENÇ'ın Yazısı.