Zehra Rabia Bayındır

Kelimeler, birbiri ardınca dizilmiş cümleler, hitaplar, muhataplar ve geri alınan dönütler. Sanırım konuşmam için, konuşuyor olduğumu hissetmem için tüm anahtar kavramlar tamam. Eğer cümle kurabiliyorsam, karşımda bir muhatabım varsa ve benim hitabıma karşılık verebiliyorsa ben konuşuyor olmalıyım. Çevremde ki herkes gibi. Bilmiyorum bu belki de bir taklitti. 

Konuşmanın bir yaşam belirtisi olduğunun, en mühimi de kalplere açılan kapının göbeğinde çevirmemiz gereken anahtarın konuşmak olduğunun bir taklidi idi. Belli bir süre gerçekten bu taklit beni avuttu. Fakat sadece belli bir süre. Konuşmaktan bir hayli sıkılmıştım ve bu artık kalplere girmem için yeterli olmuyordu. Anahtarın bir kaç dişi eksik gibiydi. Belli ki kurduğum tüm cümleler kimi zaman sadece boşa dönüyordu. 
 
Başka bir şey yapmalıydım. Yine konuşmalıydım lâkin başka şekilde başka şeylerle. Taklitlerden farklı olmalıydı. Ben konuşacağım, kimse cümlelerimi duymayacak ama herkes ne dediğimi anlayacak. 
 
Sükut halinde, bulacağım asıl konuşmanın arayışı içindeyken elimdeki bir kağıdı bir kaç hamle ile katlayıp kalp şeklinde tasavvur ettiğimde çevremden pek güzel dönütler aldım. Oysaki ben konuşmamıştım dönüt almak konuşmanın bir parçasıydı. Kağıt sanata dönüşünce ben kendimi daha iyi anlatabilmiştim. Bir kez daha denedim tekrar tekrar denedim her defasında konuşabildiğimi hissettim. O halde sanat beni konuşturuyordu. Hem taklit de sayılmazdı bu.
 
Kalbimden geçtiği gibi tüm cümlelerimi kimi zaman sadece kağıtların diliyle; origamiyle kimi zaman ormanda topladığım kozalakların ellerime bulaşan rengiyle, kimi zaman güneşe nazır kuruttuğum çiçeklerle resmetmiştim. Bir nefeste şişirdiğim balonlar olmuştu benim cümlelerim. Onlar göğe uçtuğunda, kırtasiyede yöneldiğim ilk raf; renkli tahta çubuklar, boyalar, simli evalar, rengarenk boncuklar, ince kalın keçeler, uzun makaralı ipler olduğunda ben kendimi tüm cümlelerimi kurmuş ve yeterince konuşmuş sayıyordum. 
 
Göze hitap ettikçe kalpler de bir bir aralıyordu kapısını. Konuştuğumu duysunlar değil, görsünler istiyordum. Bunu fark ettiğim andan sonra sanata sanat olarak atfedilecek her şeye hayatımda daha çok yer verdim. Günlerce, kimi zaman ağrılı bileklerimle sanat olarak adlandırdığım ve yaptığım her şeyi çok sevdim. 
 
İstediğim buydu. Konuştuğumu duymadılar ama her gün biraz daha gördüler. Onlar gördükçe beni anladılar. Ben anlaşıldıkça daha çok sustum. Sustukça cümlelerim büyüdü. Sanat olup önüme döküldü. Sonra en büyük sanatkârı hatırladım. Ve sanat adına uğraştıklarımla asıl sanata kâinata ve asıl sanatkâra bir kez daha hayran kaldım. İşte bu yüzden konuşarak bulduğum ve susarak tamamladığım en güzel muhabbetsin sanat.


GENÇ'ın Yazısı.