Hayrunnisa Güngör

İnanamayacaksınız! Bir işe girdim, hayatım değişti.

Bu girişten sonra adım adım muhteşem bir başarıya giden yolları anlatıyor olmak isterdim. Onun yerine muhteşem bir başarısızlık hikayem var ve bunu paylaşmak için sabırsızlanıyorum. 
 
Geçtiğimiz ay bir vesileyle arşiv dijitalleştirme projesinde kısa süreli işe girdim. Alanım olan iş değildi ancak işe girerken zor bir iş olmadığı ve öğrenilebileceği söylenmişti. Ben de zeki bir kızdım (bundan bayağı bir şüphe edeceğiz), hemen kapardım iş her ne ise. İlk gerçek iş tecrübem olacağı için çok heyecanlı olduğum gibi yeni ortamlar beni delicesine korkutuyordu. Lisenin ilk gününden önceki gece ağlamam geldi aklıma. "Ya başarısız olursam, ya yapamazsam" diye ağlıyordum ciddi ciddi. 26 yaşıma geldim, değişen hiçbir şey olmadı. Velhasıl ilk gün geldi çattı. İşte tek yaptığımız klasörlerdeki evrakları tarayıp tekrar yerine koymaktı. Ama insan memurların iki kağıdı altı zımbayla birbirlerine kenetleyeceklerini hesaba katmıyor. Hal böyle olunca bütün gün, elinde kerpeten benzeri bir aletle o zımbaları sökmek, evrakları tarayıp tekrar zımbalamakla geçiyor. İlk gün sağ tarafım komple tutulmuş, uzandıysam doğrulamıyor/ ayaktaysam uzanamıyordum. İkinci gün arkadaşıma "İnsan insana bunu yapmaz, n`olur beni kovsunlar" diyordum. Üçüncü gün zımba ve o "zımba kerpeteni" olarak isimlendirdiğim aleti kullanmaktan kalem tutan ellerim nasır tutmuştu. 
 
Fiziksel acılarla başa çıkabilirdim ama esas sorun başkaydı. Her gün taramamız gereken belli bir evrak sayısı vardı ve ben bunu bir türlü yakalayamıyordum. İlk hafta için bunun normal olduğunu, zamanla elimin hızlanacağını söylediler. Buna evdekiler "Sen zaten ağırkanlısın" şeklinde gururumu okşayarak(!) tepki verdiler. Hatta annem evden çıkmadan önce sabah namazını kılarken beni izleyip selam verince de "Her işi bu kadar yavaş yapıp bu namazı nasıl böyle hızlı kılabiliyorsun?" diyerek moralimi yükseltti... 
 
Aslında ilk günkü sayımı bir hafta geçtiğinde ikiye katlamıştım. Ancak bu da yeterli değil, bir o kadar daha arttırmam gerekiyordu. Her sabah "Yeni bir gün, yeni umutlar..." diye mırıldanarak kapıdan içeri giriyordum. Çıkarken de "Yarın yeni bir gün..." diye kendimi teselli ediyordum. Kağıtlarla bir şekilde ilişki içinde olmak beni mutlu ediyordu ama onun haricinde kendimi bir fabrikada hep aynı hareketleri tekrar eden bir makinenin koluymuş gibi hissediyordum. İşi olması gerektiği kadar yapamadığımı anlattığımda eniştem "Bence sen yakında ordakilerin hepsinden daha iyi sayı yapacaksın." dedi ve ben de inandım. İnsan bu dünyadaki rolünün yalnızca kendi hayatının başrolü olmak olduğunu sanınca acayip ve beklenmedik başarılara imza atacağını sanıyor. Oysa bazen başka bir başrolün yanındaki o beceriksiz, her şeyi elini yüzüne bulaştıran yan rol oyuncu oluyoruz. Benim bunu fark etmem birkaç haftamı aldı. 
 
Her gün umutla gidip yeniden yenilgiye uğruyordum. Her gün 9 saat çalışıp yine de başarısız oluyordum. Kendi kendime "Herhalde Rabbim beni bu başarısızlık duygusuyla imtihan etmek için buraya getirdi. Bir noktada kibirlendim demek ki, bir hatam oldu ve bununla sınanıyorum" diyordum. İnsan öylesine bir sebepten bu kadar başarısız olamazdı, muhakkak bir hikmet olmalıydı bunda. Günleri nerede bir hata yaptığımı düşünmekle geçiriyordum. Bir yandan da Taha Kılınç`ın yıllar önce katıldığım bir seminerinde söyledikleri aklımdan geçiyordu. Müslüman şahsiyetin üç boyutu olduğunu söylüyordu. Bunlar: İslamiyet`i çok iyi bilmek ve yaşamak, tarih ve coğrafya bilincine sahip olmak ve kalifiye insan olmaktı. Son maddeyi şöyle açıyordu Taha Kılınç: "İşimizin ehli olmamız lazım. Her ne iş yapıyorsak onda en iyisi olmalı ve parmakla gösterilmeliyiz." Her duasında "Allah`ım bana yapacağım işte en iyisi olmayı nasip et, bunu başarı hırsıyla değil örnek bir Müslüman olmak için istiyorum" diye dua eden ben girdiğim işte başarısızlığım sayesinde parmakla gösterilecektim. Üstelik Efendimiz (sav)`in "İş, ehil olmayana verildi mi kıyameti bekle!" uyarısı apaçık ortadayken. Bu düşüncelerle bir ayın sonunda bükemediğim bileği geri yerine koyarak işten istifa ettim. 
 
Tam da o zaman yıllar önce hayalini kurduğum bir iş için adım atma fırsatı elime geçti. Beni delicesine heyecanlandıran ve bu nedenle de olmamasından çok korktuğum bir iş başvurusunda bulundum. İşe alınmak için her biri farklı bir yönümü test edecek beşten fazla aşamayı geçmem gerekiyordu. İlk aşamayı beklerken zihnim bana oyunlar oynamaya başlamıştı. Bir şeye adım atınca gerçekleşene kadar kimselere tek laf etmeyen insanlardan değildim. Hatta o şey olana kadar ondan başka bir şey ne düşünebilir ne konuşabilirdim. Ancak sırf çok istediğim için elde edememe ihtimalim var mıydı? 
 
Murphy Kanunlarını bilirsiniz, buna göre bir şeyin olma olasılığı, istenme olasılığı ile ters orantılıdır. Bu şanssızlık hissi bir kere zihninize girdi mi artık hep en kötü ihtimali düşünürsünüz. Hayatta her şey mümkün iken neden en kötü ihtimal gerçekleşmesin ki? Gerçekleşebilir de. Bazen başımıza olmayacak işler gelir. Çünkü burası dünya. Peki her şey mümkün iken neden en iyi ihtimal gerçekleşmesin ki? Allah bizden ümitvâr olmamızı istiyor. Resulullah bize makbul olacak duaların formülünü veriyor: "Allah`a, kabul edileceğine gerçekten inanarak dua edin. Bilin ki Allah, ciddiyetten uzak ve umursamaz bir kalple yapılan duaları kabul etmez." buyuruyor. Şöyle bir müjde veriyor aynı zamanda: "Sizden biriniz, `Dua ettim de duam karşılık görmedi.` deyip acele etmediği müddetçe duası karşılık bulur."
 
Bu düşünceler zihnimde birbirini kovalarken ben de ilk aşamadaki sınava girdim, elimden gelen ne var ise yaptım ve kılpayı denebilecek bir oranla geçemedim. Kimileri için çok istediğimden, inananlar için ise böylesi hayırlı olacağından sınavı geçemedim. Kadîm insanların şöyle bir sözü varmış: "Olursa âlâ, olmazsa en âlâ." Allah`tan istedik, verirse ne güzel, ne hoş. Vermez ise daha da güzel, kim bilir bizi ne belalardan korudu, kurtardı. Duayı doğru şekilde dilimizden, gönlümüzden düşürmedikçe ve gereken gayreti gösterdikçe Allah`ın bizim için en hayırlısını takdir edeceğine inanıp tevekkül edeceğiz. Verdiğinde de vermediğinde de hikmeti arayacağız. Allah’ın bizim için takdir ettiğine rıza göstereceğiz. Okuyucular sizlere söylüyorum, Hayrunnisa sen anla...
 
Umûrun Hakk`a tefvîz et harîs-iintikam olma
 
Cenâb-ı Hakîm-i Mutlak ne işlerse adalettir
 
(İşlerini Allah`a havale et. Karşılık peşinde olma
 
Tam hikmet sahibi olan Hazret-i Allah ne iş işlerse adalettir.)


GENÇ'ın Yazısı.