Bir İyilik Sanatı: Dil Tatlılığı
Site Özel
2658 okunma
Ömer Akyüz
Güzel olan şeyler neden uzun sürmez hiç?
Neden tat kaçıran birileri olur hep?
Tatlı dil bile yılanı deliğinden çıkarırken, güzel bir söze mukabil olan bir hâlden ırak yaşıyoruz. Muhabbeti iliklere kadar hissettiren bir ecdadın torunları, bugün ortada gönüllere hitap eden ne bir kelam var ne de sevgi diline ait bir iz. Yumuşak kalbin rızık olduğunu bilmemize rağmen, ne rızkımıza sahip çıktık ne de peşine düştük. Bugün sokakta birbirleriyle karşılaşırken gülümseyen bir çift göz ve tatlı bir söz yerine bir selamı bile çok gören insan tiplemeleri çoğaldı. Kafamızı kuma gömüp etraftan ve ta ki dünyadan habersiz bir hâlimiz var artık.
Görmek istediklerini önce sen yap. Duymak istediklerini önce sen söyle. Tatlı bir dile muhatap olmak isteyen biri, tatlı dilli olmalı. Güzel bir söz işitmek isteyen biri, güzel söz sarf eden bir dile sahip olmalı. Değişimi, dönüşümü ve güzelliği önce kendimizde inşa etmemiz icap eder. Kendine sahip çıkan, başkalarına da derman olur. Kendi varlığından habersiz yaşayan, başkasına muhtaç olur.
Duygusal olarak yitirilen bir birey, başka birilerine ne sözünü ne de sesini ulaştırır. Dünyada sözün ve sesin inşasıyla yer edinir insan. Söz, ruha; ses ise bedene aittir. Duygu yüklü zembille yol al ki sana ve bana dünyada bir yer olsun.
“Sen onlara sırf Allah’ın lütfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi” (3/Âl-i İmrân, 159).
Kaba ve katı bir kalbe sahip kimse her daim çevresindekilere kin ve nefret uyandırır. İnsanlar, böyle birini dinlemek istemedikleri gibi onunla da aynı ortamda bulunmak ve arkadaşlık kurmazlar. Öyle ki yakınlaşmanın, arkadaşlığın, dostluğun ve dahi bir yolculuğun ilk kapısı tatlı bir sözle açılıyor.
“Mümin ülfet edilebilen, yani sıcak kanlı ve kendisiyle kolay kaynaşılan kimsedir. İnsanlarla kaynaşmayan, kendisiyle kaynaşılamayan bir kimsede hayır yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. II, s. 400).
Hayat, bir nevi mümin olmanın gereğini her daim her yerde yerine getirebilenlerden olmaktır. Hayatı keskin bir yerde, doğru bir kefeye koyarak hesaplamalıydık. Doğum ve ölüm arasında kısacık hikayemize en güzel noktayı koymak yerine, hikayemize en güzel başlığı koyma derdine düştük.
Gönülden gelen sesleri ince dokunuşlarla işleyecektik oysa. Ne bir gönül kaldı ortada ne de bir ses. Bütün sesleri tek bir kalıpta topladık. Sakladık, unuttuk ve de üzerini kapattık. Güzel olan, güzele koşar. Güzel, güzelliğinden parça vermez, tatlı bir söz işitmedikçe.
“Yarım hurma tanesiyle de olsa ateşten korununuz, onu da bulamazsanız güzel sözle bunu yapınız.” (Buhari, Edeb, 34).
Bir iyilik yap, adı dil olsun. Keskin olmasın dilin, baldan tatlı olsun sözün. Dile varan en ince sözleri bileyerek işle, gönül kapısını açana dek ışıldasın sözün.
Bir iyilik yap, adı sevda olsun. Yüreğine ses ve sözünle ülfet tohumlarını ek. Bir çift gözde yeniden doğsun. Yeni bir doğumun ilk sancısı gibi yeni bir güne, yeni bir hayata...
Bir iyilik yap, adı merhamet olsun. İçten içe yol alan bir yolcu gibi sen de bu kervana katıl. Kendini bul! Kendinle bütünleş, kendini en uç diyarlara savur. Savur ki kendinde bulacağın merhameti cümle cihana taşı.
Bir iyilik yap, adı gönül olsun. Düşünde tertemiz bir dünya hayali kur. Kuracağın hayalde gönülleri bir et, bir olsun ki ne bir keder ne de bir korku kalsın ardından.
Bir söz söyle, muhatabın o sözle dirilsin.
Bir söz söyle, yaralarımıza merhem olsun.
Bir söz söyle, sözün hakiki menzile ulaşsın; ta ki gönülleri inşa etsin.
Bir söz söyle, şu kısacık hayat yolculuğunda hakiki bir yol olsun; hem sana hem de bana.
GENÇ'ın Yazısı.