Murat Can Çelik

Bir kütlenin yere devrilmemesi için onu yerden uzak tutmaya çalışan kuvvetlerin toplamının yere çekmeye çalışanların toplamından büyük olması gerekir. Bilindiği üzere dünyamız kütleli her şeyi kendine doğru çeken bir kuvvetin kaynağıdır. Üstelik kütle büyüdükçe yere düşme eğilimi de artar. Bu kural maddi evrende olduğu kadar manevi evrende, somut alanda olduğu kadar soyut alanda da geçerlidir. Dürüstlük, ahlak, adalet gibi “havadan daha ağır” kavramlar yere düşmeye meyyaldirler.

Ayakta kalma eylemi ise varlığını bir çeşit dengeye borçludur. Bir kütlenin ayakta kalması için yer çekimiyle eşit büyüklükte ve yer çekimine karşıt dengeleyici bir kuvvete ihtiyacı vardır. Kuvvet zayıf kalırsa kütle düşer, fazla gelirse uçar. Bu bağlamda adalet, dengeleyiciye ihtiyacı en büyük olanlardandır. Çünkü en basit tanımı “her şeyi yerli yerine koymak”1olsa da “hem ontolojik-kozmik bir ilke hem de siyasi-idari bir kural olarak dünya düzeninin temel unsurudur.”2. Üstelik adalet olmadan kainat bile fesada uğrayacakken, kainatın varlığını anlamlı kılan insan, yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağı -adaletsizlik yapacağı- kesin olarak yaratılmıştır.3 O halde dengenin bileşenleri şöyledir: haksızlık edenler, bozgunculuk çıkaranlar veya zulmedenlere karşı, “meleklerin bilmediklerini bilen Allah’ın”4 has kulları: hakka riayet eden, iyiliği yayan ve kötülüğü nehyedenler.
 
İnsanlık tarihi, bu dengenin bozulup yeniden tesis edilme mücadelesinin farklı zamanlarda ve coğrafyalarda tezahür edişleri olarak okunabilir: Allah’ın insanlara adaleti nasıl ayakta tutacaklarını öğretmek için gönderdiği İslam’ın, insan tekleri ve toplulukları üzerindeki etkisi zaman içinde azalır. Buna mukabil insanın bozguncu doğası boşluk bulup dengeyi bozmaya başlar. Ardından adaletsizliğin korkunç sonuçları görülür. Bu, insanları dengeyi yeniden sağlayacak kuvvetler aramaya iter. Ancak en nihayetinde İslam’ın yerini tutacak bir kuvvet bulunamaz. Allah bir müdahale ile İslam’ı insanlara hatırlatır ve denge tekrardan sağlanır. Süreç böylece uzar gider ve bir kuvvet hiçbir zaman diğerine tam anlamıyla galip gelemez. 
 
Son Peygamber’den bu yana ise sürecin nihai parçası yaşanmaktadır. Allah artık doğrudan bir müdahale ile adaleti desteklemeyecektir. Bu durumda İslam’ın dengedeki etkisi günden güne tam gücüne bir daha kavuşamamak üzere azalmaktadır. Mezkur etkinin azalması adaleti ayakta tutacak insanların özelliklerinde bozulmaya yol açar. Bu özellikler bireyin adalet lehine irade göstermesinde anahtar görevi görür. Ahiret odaklılığı veya kavram haritasının sahihliği örnek olarak verilebilir. Bu bozulma adaletle gücün ve benzerlerinin çatışmasında insanların yanlış tarafta yer almalarına neden olmaktadır. Sonuçta adalet sürekli olarak yere daha çok yaklaşmaktadır. 
 
Adalet ile yer yüzeyinin tehlikeli yakınlaşmasını fark eden ama sebebini tam olarak kavrayamayan insan telaşla aldatıcı çözümlere koşmaktadır. Muhtelif fikir akımları, ideolojiler, devrimler yahut para veya bunun gibi birçokları aldatıcı çözüm misalleridir. Bu çözümler bir ölçüde başarılı da olmaktadırlar çünkü adil olmak Müslüman olmayı gerektirmemektedir. Nizamü’l Mülk tarafından 900 yıl önce söylenen “mülk küfür ile devam eder, zulümle devam etmez”5 sözü bunu destekler niteliktedir. Ancak bu yaklaşımlar adil olmayı başarabilmiş olsalar da tam bir İslami metot izlemediklerinden, adil kalmayı başaramamışlardır.
 
Örneğin adalete hukuk kavramıyla yaklaşmak, zihnimizi karıştırdığımızda adalet ile en yakından ilişkilendirebileceğimiz yaklaşımdır. Nitekim Türkiye’de hukuk fakültesi öğrencileri ile yapılan bir ankette katılımcıların yüzde 66’sı hukuk eğitiminin temelinin “adalet anlayışını geliştirmek” olduğunu söylemişlerdir.6 Mahkeme salonlarımızın duvarında yazan “Adalet mülkün temelidir” yazısı da hukuk algımız ile adalet algımızın ne kadar benzeştiğini ortaya çıkaran örneklerden biridir.
 
Peki hukuk kavramı gerçekten adalet ile bu kadar ilişkili midir? İngiliz hukuk teorisyeni ve hukuki pozitivizmin temsilcilerinden John Austin “hukuk egemen gücün buyruğudur” derken bu soruya olumsuz cevap vermiş olmaktadır. Bir başka anekdot ise ünlü Nürnberg mahkemelerinde yargılanan askerlerin, tüm suçlamalara karşı yaptıkları “biz sadece hukuku uyguladık” savunmasıdır.7 Tam burada adalet-hukuk ilişkisizliğinin hukuki pozitivizme özgü olduğu anti-tezi öne sürülebilir. Bunun için, 2. Dünya Savaşı sonrası hukuki pozitivizm yerine tüm dünyaya otoriter devletler tarafından dayatılan, temel mottosu “insan hakları” olan melez hukuk anlayışının da adalet ile iyi anlaşamadığını söylemek faydalı olacaktır.8 Bir hukuk abidesi olarak görülen/gösterilen Amerika Birleşik Devletleri’nin bilhassa ülke dışındaki faaliyetleri hepimizin gözleri önündedir. Ek bir örnek olarak, insan haklarını dillerinden düşürmeyen Birleşmiş Milletler ile Avrupa Birliği teşkilatlarının Bosna’dan Filistin’e kadar adilliği sınayan bütün sınavlardaki performansları bu bağlamda apaçıktır.
 
İlişkili bütün diğer kavramlar gibi hukuk da ancak İslami olduğu ölçüde adil olabilir. Nitekim kendisi de bir hukukçu olan Aliya İzzetbegoviç’e göre hukukun adalete en yakın olduğu nokta, dini tasavvuru ve pozitivist tasavvuru optimum oranda birleştirdiği noktadır. O, dini tasavvuru Hristiyanlıkla, pozitivist tasavvuru da Yahudilikle eşleştirir. Hristiyan yaklaşımından gelen insanın değeri, niyet, insan hakları gibi ilkeler olmadan hukukun imkânsız olacağını söyler. Bununla birlikte Yahudilik kaynaklı dış dünyanın değeri, menfaat, güç gibi kavramları katmadan da hukukun anlamsız olacağını ekler. Bu sebeple iki yaklaşımın da kendilerine özgü, orijinal bir hukuk sistemi ortaya koyamadıklarını, böyle bir hukuki anlayışı ancak İslam’da bulabileceğimizi savunur.9 
 
Adaletin ancak İslam ile mümkün olduğunu savunmak akla Müslümanların buna ters düşen durumunu getirebilir. Evet biz, sistemleri değiştirerek veya onların içinden gelerek güç sahibi olduğumuzda gücümüzle adaleti desteklemedik. Bunun yerine kendi adaletimizi işletme yoluyla gücümüzü korumayı ve beslemeyi tercih ettik. Evet biz, devletleşince bizim gibi düşünmeyeni ötekileştirdik. Kültürel bir mücadele içindeysek eğer, onları dinden çıkardık. Şayet silahlanma yoluna gitmişsek de onları öldürmeyi kendimize vecibe bildik. Ama “uluslararası ilişkilerde, ekonomide, eğitimde ve bilimde Batı dünyası karşısında zayıflamaya başlayan İslam ümmetini (…) tarihteki ihtişamlı dönemlerine geri döndürmek”10 için yola çıkmıştık. Böylece bozulan dengeyi onaracak kuvvete ulaşacaktık. Nereden neşet etti bu çelişki?
 
Ziyaüddin Serdar’ın da söylediği gibi, “post-truth” çağdakilerin hepsiyle aynı şekilde bugün karşı karşıya olduğumuz bu çelişki de kompleks bir problem. Kompleks problemlerin çözümleri de ancak aynı komplekslikte bir yaklaşımla mümkün olabilir.11Bu yüzden burada bütün çelişkiyi anında ortadan kaldıracak bir süper-formül sunma iddiasında bulunmayacağım. Amacım yalnızca bu sorunlarla boğuşmakta ve onlara cevaplar bulma derdinde olan bir gencin kendi müktesebatından hareketle yine kendi hayatına uygulamaya çalıştığı bir formülü aktarmak. Belki de bu formül, okuyucuların formülleriyle birleşip birikerek yıllar sonra yeterli kompleksliğe ulaşacak bir çözümde pay sahibi olur.
 
Çıkış noktam kendime sorduğum “adaleti ayakta tutma görevinde birey olarak benim sorumluluğum nedir?” sorusudur. Çünkü adaleti sağlamak yalnızca devletin veya mahkemelerin umdesinde değildir. “Nasılsanız öyle idare edilirsiniz”12 ve “Bir kavim kendilerini (nefislerini, iç dünyalarını) değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez”13 ilkeleri adaleti ayakta tutmanın yollarından birine ışık tutar. Bu yol “kişinin öncelikle kendisi ve varlık hakkında sahih bilgiye sahip olmasından”14 ve bu bilgiyi kullanarak “adaleti tek ve toplu yaşamaya çalışan bireylerin”15 varlığından geçer. Bunlar olmadan anayasanın Kur’an’dan temel almasını sağlamak veya İslami kuralları bir şekilde bireylere ve topluma dayatmak çözümü getirmeyecektir. Mühim olan, insanın kendiyle ve çevresiyle ilişkisini İslami bir öznitelikte kurmasına yardımcı olmaktır. Başka bir deyişle kendisinde doğuştan var olan adalet duygusunu16 koruyup, adaleti sağlamak iradesine düştüğü zaman bunu yapmasının önündeki engelleri kaldırmaktır.
 
Burada da cevaplanması gereken bir “nedir o engeller?” sorusu ortaya çıkar. Aslında hepimiz o engelleri gayet iyi tanırız. Çünkü hepimizin iyi niyetimizin suiistimal edildiği veya kandırmadığımız için kandırıldığımız bir anımız vardır. Mesela hepimiz gençlik yıllarında saflığı ve dürüstlüğü ile bilinen birini tanımışızdır. Sonra onun her aldatılışında, her mahrum edilişinde içindeki saflığın bir parçasını yitirdiğine şahit olmuşuzdur. Zor kazandığı refahı korumak için yanlışları kendine meşrulaştıran bir sevdiğimizi görüp onun için üzülmüşüzdür. İşte o engeller bu yaşanmışlıklardır. Yıllarca adilliğin “geçer akçe” olmadığını görmektir. Öğrenilmiş çaresizliklerle dolarak “adalet karın doyurmuyor” deme seviyesine gelmektir.
 
Sıradaki soru: Engeller nasıl kaldırılır? İnsan adil olmakla “kazançlı” olmak arasında seçim yapması gerektiğinde adaleti seçmelidir. Herkesin kurt olmaya çalıştığı bu çağda, kuzuları kurttan koruyacak çoban köpeği olmayı kurt olmaya yeğlemelidir. İyi de nasıl?
 
Bu sorunun cevabı, kendime sorduğum sorunun cevabıyla aynı olmakla birlikte, burada sunacağım formülün de ta kendisidir. Adaletten yana olmaya çalışan bir gencin, kendisindeki adalet duygusunu dünyanın çekim kuvvetinden korumak adına ilke edindiği karakter özellikleri silsilesinden ibarettir. Onu S.E.B.A.T. kısaltmasıyla, 6 adımda formülleştirdim: 
 
“S”amimi ol: Hem iç hem dış dünyanla ilişkilerinde samimi ol. İki yüzlülükten, sahtelikten sana bir şey kazandıracaklarmış gibi görünse de kaçın. İnandığının, söylediğinin ve yaptığının oluşabilecek bütün kombinasyonlarda birbirleriyle uyum içerisinde olmaları için çalış, böylece hayatında tevhidi gerçekleştir. Kısaca “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol”.
 
“E”snek ol: Kuralların, prensiplerin olsun ama bunların sivri köşelere dönüşmesine izin verme. Her zaman bilemediğin, fark edemediğin faktörler olabileceğini, bugün savunduklarının yanlışlığını hemen yarın bile öğrenme ihtimalin olduğunu unutma. Hayat şartları gerektirdiğinde çizgilerini başkalarını da içeri alabilecek kadar esnet ancak çizgilerinin kırılıp seni omurgasız bırakmalarına izin verme.
 
“B”ilinçli ol: Yaşadığın her anın farkında olmaya; gördüğünden, duyduğundan, okuduğundan dersler çıkarmaya çalış. Kim olduğunun, nereden geldiğinin, nerede olduğunun ve nereye gideceğinin bilincine varıp tutarlı bir duruşa sahip olmak için sanki hayatındaki her şey senin öğretmeninmiş gibi bir göz açıklığı ile yaşa. Bu şekilde her gün öğrendiklerinle geçmişini analiz edip gelecek için sonuçlar çıkar. 
 
“A”llah’tan kork: Allah’tan başka hiçbir şeyden korkma. Unutma ki O’ndan geldin ve O’na döndürüleceksin. Bu yüzden nihai kertede O’na karşı duyduğun korku ve umuttan başka senin için bir bağlayıcı yoktur. Bunu böyle bil ki bir gün adil olmanı istemeyenler olursa o gün Allah’la olan dikey bağlantın seni onların karşısında dimdik ayakta tutsun.
 
“T”eslimiyet göster: Aldığın sonuçlar, yaşadıkların ve benzerleri seni tatmin etmese de teslimiyet göster. Unutma ki senin “şer bildiğinde hayır, hayır bildiğinde şer”17 olabilir.
 
Son olarak, bu ilkelerinde ve bunlara ekleyebileceğin yeni ilkelerde sebat et. Çünkü “sebat ve kıyam, bir işin yahut durumun sürekli ve sabit olmasını ifade eder ve istikrarın temelini oluşturur. Evrensel bir ilke olarak adaletin düzene dönüşmesi, bu süreklilik ve sebat sayesindedir.”18. Yani dengenin korunup adaletin ayakta tutulması, yalnızca Müslümanların İslam’da S.E.B.A.T. etmesiyle mümkün olmasa bile, bunun da önemli bir payı vardır.
 
KAYNAKÇA
 
1,2. İbrahim Kalın, Barbar, Modern, Medeni (İnsan Yayınları), sy. 160
 
3,4. Kur’an, 2/30
 
5. Nizamü’l Mülk, Siyaset-Name, haz. Mehmet Altay Köymen, sy. 8
 
6. Doç. Dr. Emir Kaya, Türkiye’de Hukuk Zihniyeti Anketi Sonuç Özeti
 
7,8. https://www.youtube.com/watch?v=XVe9-VoimEs
 
9. Aliya İzzetbegoviç, Doğu Batı Arasında İslam (Ketebe Yayınları), sy. 336
 
10. Mehmet Ali Büyükkara, Çağdaş İslami Akımlar (Klasik Yayınları), sy. 21
 
11. https://www.youtube.com/watch?v=-sxTLu7l0Zc
 
12. Kudai, Müsnedü’ş-Şihab, I, 336
 
13. Kur’an, 13/11 
 
14. İbrahim Kalın, a.g.e., sy. 162
 
15. Ahmet Davutoğlu, Duruş (Küre Yayınları), sy. 306
 
16. Ahmet Davutoğlu, a.g.e., sy. 293
 
17. Kur’an, 2/21
 
18.İbrahim Kalın, a.g.e., sy. 161 


GENÇ'ın Yazısı.