Ömer Akyüz 

İlk defa bir yol almıştı ömrü hayatında. Sabırla ve duayla bezenen o yol, hayatın her anında güzelliğin tadına vardırıyordu. Hissetmenin lezzeti, dokunmaktan da ötedeydi. Sesini duymak değildi bu, içinde duyulan bir melodiye dönüşmüştü. Öyle değil miydi, hisli sözlerin bir de bedene sirayet eden hâli vardır. Verilen tüm sözlere hâl diliyle yaşamak vardı, öyle de devam ediyordu. Bir merhabalık kalabalıklar içinde kaybolmuyor, her ne varsa tahayyülüne kadar sığdırıyordu. Ne var ki kısa bir hikayede birbirine dayanak olmaktı tüm hevesi. Bir nefes ve bir adımla devam etti tüm yol. Bu yolun sonunu tahmin ediyordu bir nevi. 
 
Birden vuslat ateşiyle harlandı gönlü. Acı çekmek değildi bu, kavuşmanın heyecanını iliklerine kadar hissediyordu. Hissettirene şükür edilirdi. Şükürsüzlük, verilen nimeti eksiltirmiş. Ne de ince bir davranıştır bu, hiç eksik etmez şükrü, teşekkürü. Aman bir hâl gelmesin nimete, sonra benden bilinir noksanlığı. Tüm günlerini dua, sabır ve şükürle her daim hâl dilini yaşayarak ve bunu içten içe biriktiriyordu. 
 
Anlamak vardır, bir de anlaşılmak. Bilir misiniz bu denklemi? İkisinin de yokluğu acıdır, ağırdır. Kaldıramazsınız. Ağlayan bir çift göze ağır geliyor şimdi, anlaşılmamak. Anlamaktı tüm hevesi. Bir çift gözü anlamak ve anlamlandırmaktı. Olur ya bazen, öyle bir raddeye gelir ki insan, kendine hem de gönlünde birikilenlere bile anlam veremez. Uzak olur, etrafına değil, kendine. Ne acıdır ki anlamsızlık, sinmişliği de beraberinde getiriyor. Kara yazı diyebilirsiniz buna ama değil. 
 
Hâl dilinden bahsetmiştim, gönülde birikilenlerden dem vurmuştum. Bunları anlamak yetmez; anlamlandıracak ve bilfiil kendisiyle anlam bulacak bir çift göze ihtiyaç vardır. Şimdi bakıyorum da etrafıma, ne bir göz kaldı ne de bir anlam. Yaşadıklarımız bizi olgunlaştırırmış, oldurur ve yeni bir bahara bizi hazırlarmış. Öyle inanmak gerekir, inanç bizi burada yeniden yeşertecektir. 
 
Tüm yaşananlar, hayatı daha ağır hale getiriyordu. Hantallaşmıştı bir nevi. Asıl olan, hayat artık daha ağır geliyordu kendisine. Ağır ağır rampa çıkan bir trenin ardından usulca izliyordu hayatı. Gözlerle, bir yok oluşun siluetini çiziyordu adeta. Var olmak da anlamsızlaştı birden. Anlamak, anlamını yitirdi. Şimdilerde anlamsızlık da hayatının bir yerine oturdu. Daha sakindi, daha dingin ve daha dikkatliydi artık. Baktığı her şeyde kendisini görüyordu. Bu da bir anlamsızlıktır, deyip işin içinden çıkamıyordu. 
 
Bir hareket gerekiyordu bu noktada, silkmek gerek kendini. Ha gayret, bu defa olacak gibi. Tıpkı güneşin her gün doğduğu, biten bir kitabın yerini yeni bir kitabın aldığı ve yağan her yağmurun ardından çıkan rengarenk gökkuşağına yemin etti; aldığı her bir nefeste yeniden kendini doğurtmaya.
 
Yataktan doğruldu, açık olan pencereden duyulan kuş seslerine gözleriyle ritim tutmaya başladı. Zihninde dolaşan düşünceler, yeni bir günün doğumuna ve yeni bir yolun yorgunluğuna gebeydi. Sancısını daha önce çekmiş bir doğumu yeniden düşledi ve şimdi söz hakkıdır, Hakk’a söz vermektir. Söz olsun, sana ve bana. En çok da gönlüme: şimdi yeni, daha yeni bir yol bu. Beni bekler, beklemenin verdiği en acı noktadan.


GENÇ'ın Yazısı.