Yalancının Mumu
Site Özel
1865 okunma
Emine Berra Doğan
``Yalancının mumu yatsıya kadar yanar kızım.``
Yalan, mum, yatsı... Yanan bir mum ve titrek ışığı…
Babamın bu söylediği sözün tam da bir akşam vaktine denk gelmesi, o anda bulunulan odanın ışığının açık olmaması bu sözü anlamlandırmamda kafi olmadı. Elektrikler mi gitmişti? Yatsı namazı vakti mi girmişti?
``Yalancının mumu yatsıya kadar yanar kızım.``
Tekrar uğuldadı söz kulaklarımda. Hiçbir karşılığı yoktu bu sözün. Yalancı, mum, yatsı kelimeleri nasıl bir araya gelmişti ve ne tür bir anlam çıkmalıydı? Bu cümlenin öznesi olan yalancının mumu nasıl bir şeydi? Rengi, kokusu, aydınlatma kapasitesi… Buradaki mum neden yalancı birine aitti? Peki ya buradaki yalancı kim oluyordu?
Yoksa…
``Ben miyim bu cümledeki mumun sahibi?``
Dur dur! Bi` dakika… Eğer bu yalancı bensem hangi yalandı bahsi geçen? Arkadaşlarımla aramızda geçen bütün diyalogları düşündüm. Bulamadım.
Hem yalan söylemiş olsam bile nasıl bilecekti ki? Sabah işe gidiyor akşam geliyordu.
Yapmadığım bir ödevi yaptım mı dedim yoksa? Hayır, çünkü daha öğretmen ödev vermeden bitirirdim.
Israrla bir kitap destesi istemiştim ailemden. ``Okuyacaksan alacağım.`` dedi babam. ``Evet okuyacağım.`` dedim. Ve okudum da.
Başka, başka… Hayır yok. Ben yalancı değildim.
Son yedi gündür bir şey sorup duruyordu babam. Yedi gündür her işten gelişinde daha kıyafetlerini çıkarmadan aynı soruyu soruyordu. Ve benden hep aynı yanıtı alıyordu.
``Hayır, ben yapmadım``
Sonra bir daha o soruyu sormuyordu. Günün geri kalanına hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor, herhangi bir sevgisizlik, dışlanma ya da bu soruyu ima eden durumlar olmadan ertesi gün oluyordu. Fakat o sorunun ardından bir his karşısına çıkıyordu. Nasıl anlatsam? Fena bir şey. Yemek yiyorsunuz mesela o içinizdeki his de sizi yiyor. Bir saate yakın sürerdi sonra geçerdi.
Hoş… Hisleri de hep içimizdeki organlarımızla tanımlarız. Aşık oluruz midemizde kelebekler uçuşur, endişeliyizdir beynimizi kemirir düşünceler. Bizimdir onlar çünkü. En içimizdedirler. İnsanda sorumluluk duygusu burada başlıyor belli ki. Hisleri sahiplenirken…
``Peki kızım, sana inanıyorum.`` sözüyle iç konuşmamı durdurdum.
Bundan sonra diyecek bir şeyim yoktu. Babam bana inanıyordu işte. Komşulara değil. Bugünü de atlattık şükür dedim yine içimden.
Tam odadan çıkmak üzereydim ki bir his geldi oturuverdi. Şöyle tam nefes alırken şişen, boğazınızın altındaki kısma. Göğüs kafesi mi dersiniz, iman tahtası mı dersiniz orasını bilemem. Pişmanlıktan önce gelen bir his. Daha ağır, derin bir soluk alsanız da geçmeyen bir şey. Gerçeğin ağırlığının farkına aymazdan evvel ki gelen his. Mecazen taşların kafanızda yerine oturuverirken ki his. Ben bunun adını vicdan diyorum bugün. Süper egomuz diyebilirsiniz, ahlak, etik, diyebilirsiniz.
Gözlerinin içine baktım çıkmadan önce. Sonsuz bir güven vardı. Ne yaparsam yapayım beni bırakmayacak bir güven. Yüzmeyi öğrendiğiniz sıralarda sırtüstü uzanmayı öğrenirken, öğreten kişinin elleri size değmez ama her ihtimale karşı elleri sırtınızın hemen altındadır. Kulaklarınız suyla dolar, denizi dinlersiniz. Dalga gelir yine de batmazsınız. Denizin kaldırma kuvvetiyle öğretmeninize olan güveniniz birleşir. İşte öyle sapasağlam bir güven gördüm o gözlerde. `` Bunu ben yaptım sonucu ne olursa olsun yine de batmam, denizin ortasında terk edilmem, dalgalar gelse bile kurtulurum. `` dedim kendime. Şimdi bunu söyleme sırası dilimdeydi.
``Evet baba, ben yaptım.``
Yüzüm nasıl gözüküyor? Kıpkırmızı kesin. Anaokulunda sahneye çıkarken de böyle olmuştu. Yargılanmaktan çekinmiştim o zaman da şimdiki gibi. Babamın gözlerinden kendime bakmak istedim. Sanki üç boyutlu bir simülasyonun içinden babamın bedenine geçtim ve kendime baktım. Utanmış, vicdanının ağırlığını taşıyamayıp babasına uzatan bir kız. Titreyen, zayıf mumun alevinde bir yatsı vakti kırmızılığı göze çarpan yuvarlak bir yüz. Gözleri ``Evet, yalan söyledim ama karşındayım, hatamla beraber buradayım. `` diyen bir kız. Affedilmeyi bekleyen, al yanaklı, yedi yaşında bir kız çocuğu. Simülasyon bitti ve ben yerime geçtim.
Elleri sırtımı sıvazladı. ``Bir daha yalan söyleme tamam mı kızım? Bunu senin yaptığını biliyordum ama senden duymak istedim.``
Nasıl yahu? Bir haftadır herkesten sakladığımı düşündüğüm hatamı aslında başından beri babam biliyor muydu? Boşuna mı sıkıntı çektim ben? Babam soru sorarken bildiğini saklamayı nasıl başarmıştı? Komşulara ne demişti? Benim yüzümden utanmış mıydı? Onun güvenini sarsmış mıydım? Şimdi komşuların yüzüne nasıl bakacaktım? Hem daha arabalarını yeni almışlardı. Okumayı öğrenir öğrenmez sivri uçlu bir taşla büyük harflerle adını yazmak da neyin nesiydi Allah aşkına? Yazacak yer mi tükenmişti? Ülkede kâğıt ve kalem kıtlığı mı baş göstermişti? Hadi taşla yazmak istedim anladım, herhangi bir duvara yazsaydım ya… Belki ben de ``Buradayım.`` demek istedim. Adımı yazmayı öğrenir öğrenmez atalarımın Orhun kitabelerini doldurduğu gibi varoluşumu belli etmek istemişim belli ki. O zaman apartmanımızda benim ismimin aynısından biri yoktu ki. Aslında bütün apartman biliyormuş! Komşular da baştan beri biliyormuş yani. Ne zannediyordum ki? Bunu kimsenin görmeyeceğini mi? Hay Allah! İyi ki ikinci adımı da yazıp ailemi daha fazla masrafa sokmamışım. Sonradan öğrendim meğer babam zaten bu durumu komşumuzdan duyunca mevzu daha paraya gelmeden vermiş. Benim hatamı bana göstermeden kabullenmiş. Sevgisinden bir şey eksilmemiş. Bunu sonraları anlamanın güzelliği; geçmişte yaşanmış bir olayın hâlâ sizi sıcacık yapması. Hiç de boşuna sıkıntı çekmemişim aslında. Hayatımın dersini almışım, hem de ilk öğretmenlerimden biri olan babamdan.
GENÇ'ın Yazısı.