Amine Anbarkaya

Bir apartman dairesinin balkona açılan ferah bir salonunda, sohbet meclisinin bitiminde çaylarını yudumlarken kendi aralarında konuşuyordu hanımlar. İçeride bağıra çağıra oyun oynayan çocukların sesini bastırmaya gayret edercesine annelerden biri: “Bu zamanda çok zor çocuk büyütmek, zaman kötü” dedi. Annelerden bir diğeri ekledi; “Tabi canım. Yedirmesi, içirmesi, giydirmesi neyse de eğitimi, okulu hepsi dert üstüne dert. Allah yardım etsin.”

“Valla ne yalan söyleyeyim ben tek çocukla başa çıkamıyorum. Çocuklar insanı çok yoruyor, kendine ayıracak beş dakikan bile yok. Allah’tan işe gidiyorum da orda biraz kafa dinliyorum.”
 
Sadece dinliyorum, sanırım çocukluğumdan beri bitmek bilmeyen insanı anlama çabam, konuşmayı değil de dinlemeyi sevmemden ileri geliyordu.
 
 “Ay ne diyordum, he evet, işte iki dakika konuşturmuyorlar ki insanı canım. Sen ne yapıyorsun sahi üç çocukla tek başına evde, sıkılmıyor musun, zor oluyor mu? Ay evde televizyon bile yokmuş!”
 
Bu sefer söz sırası bendeydi. Ne anlatabilirdim ki onlara?
 
Çocuk yetiştirmek için verilen tüm gayret ve fedakarlıkların tek bir amaç uğruna olması, o işi nasıl değerli hale getirdiğinden mi bahsetmeliydim? Aslında bunu bilen insanlar topluluğunun içindeydim. Evet, bilmekse hepimiz her bir şeyi biliyorduk. 
 
Televizyonsuz evde canları sıkılmasın diye beraberce eğlenip, yine beraberce öğrenmekle günlerimizin nasıl dolduğunu, çoğu zaman sıkılmaya vakit dahi bulamadığımızı anlatsam?
 
Doğa kamplarımızı, ormanda tefekkür yürüyüşlerimizi… Onları ekrana bakmaktan daha çok heyecanlandırdığını söylesem abartmış olur muydum?
 
Aileye katılan her bir bebek aynı zamanda annenin kendisini tanıma fırsatı demekti. Her çocuğun özel ve biricik oluşunu, onların fıtratlarını keşfetme yolculuğunda onlarla beraber yol olmayı sevmekti zoru kolay kılan.
 
Baharda açan çiçekleri, tabiatın uyanışını, kışın yağan karı saatlerce belki de günlerce üzerine düşünüp hayret ettiğimiz tüm bu döngüleri, sonunda Rabbimizi tanımaya, esmalarını öğrenmeye bir vesile kıldığımızdan da bahsetmeliyim.
 
Evet, annelik zordu. Şüphesiz çok fedakârlık istiyordu. Gözünden uykuyu kaçıracak, saçlarını ağartacak, dert sahibi kılacaktı anne olmak. Evladının dünyasından çok ahireti için dertlenmek, Hanne gibi adayabilmek, Zekeriyya aleyhisselam gibi bahçıvan olmak Meryem’lere. Hedeflerini, hayallerini uzunca bir süre bir amaç uğruna erteleyebilmekti…
 
Gönülden vermekti. Bazı zamanlar çayın soğuğuna, yemeğin yanmış kısmına talip olmaktı.
 
Annelik razı olmaktı. Nasıl oluyor, nasıl yapıyorsun sorusuna dönecek olursam;
 
“Önce dertlerini sevmeli bir anne. Onlarla ‘barışmalı’, yoksa gerçekten zor, çok zor.” 


GENÇ'ın Yazısı.