Ömer Taha BAYRAK

Yazar Mustafa Çiftçi ile yazı hayatından bozkıra, hikayelerinden Gönül Dağı dizisine uzanan keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Sadra şifa olması duası ile…

Yazı ile olan ünsiyetiniz nasıl başladı? Genel geçer bahis olan hüzün hali olunca daha iyi yazılır denir, sizce de bu böyle mi?

Bunun adına hüzün mü diyelim veyahut ilham mı diyelim bilmiyorum, bazıları bunu bir yoğunlaşma hali olarak ifade ediyor ve o hali izale etmek için yazıyorlar. Sonuç olarak herkes kendi meşrebince bu hale bir isim veriyor dediğim gibi, kimi ilham diyor kimi ise yazmasam deli olacaktım diyor. Öyle bir hal bende de oluyor diyebilirim. Kim okur, kimin ilgisini çeker diye düşünmekten çok o anın tek çaresi yazmak oluveriyor ve ancak yazarak kendinizi tolere edebiliyorsunuz.

Benim yazı ile hikayem nasıl başladı diye düşünecek olursam, lisede ve üniversitede iken günlük tutuyordum. Bir yerden başlamak istiyordum ancak bu başlangıcın tam olarak neresi olduğunu kestiremiyordum. 2007 yılının Temmuz ayında bir arkadaşım vesilesiyle bir yazım dergide yayımlandı. Sonrasında derginin editörü benim için “Siz hikâye yazın, biz yazdıklarınızı yayınlarız.” dedi. Bu benim için motivasyon kaynağı ve başlangıç oldu. O zaman için hikâye yazımına yönlendirilmem, şu anki gibi bir hikayeci olarak tanınmamı sağladı diyebilirim.

Tabii baktığımız zaman bu biraz kulun tercihi gibi de görünüyor ama külli iradenin bizi nasıl yönlendireceğini ve neyi nasip edeceğini bilemiyoruz. Dolayısıyla yazı ile bağı olanların kendi cesaretlerini kıracak şeylere çok itibar etmemelerini ve bir yerden besmele çekerek başlamalarını faydalı buluyorum. Çünkü yaza yaza insan yazar olur, biriktirerek yazar olunmaz. Yazdıkça eksiklerini görür, yazdıkça daha iyi biriktirmenin yollarını öğrenirsiniz.

Kitaplarınızda bulunan hikayeler yılların birikimi olan görüp geçirdiklerinizin bir yansıması mı? Hikayelerinizin beslendiği nokta nedir?

Genel itibarıyla yazarlara nasıl besleniyorsun, sizi besleyen metinler nelerdir diye sorulduğunda hepsinin kendi çizgisine göre farklı bir cevabı oluyor tabii olarak. Bu bazen size bir çocuğun bakışı ya da bir parça veya bir şiir oluyor. İnsanoğlu “Hangi mesele, hangi uğraş, hangi çaba bizde ne meydana getirir?” sorusunun cevabını yaşamadan bilemiyor, yani insanın yazdıkça keşfettiği bir şey de kendisini neyin beslediği meselesi.

Aslında yazmak pek de formülize edilebilecek bir şey değil, hissiyatla ilgili bir şey. Ömer Seyfettin hikâye yazımı için “Hissetmek ve hissettirmektir.” demiş. Hissedebilmeniz için de hissiyatınızı neyin beslediğini biraz sizin el yordamıyla bulmanız lazım. Benim hissiyatımı besleyen bazen müzikler oluyor, bunun yanında çokça tarih okumaları yapmak da beni besliyor. Hasılı insanın kendisini besleyecek şeyleri biraz kendisinin mütehassısı olarak keşfetmesi lazım.

Taşradaki yaşam ile metropoldeki yaşam kıyaslandığında bize taşra daha makul ve bereketli görünüyor pek çok açıdan, sizce bu durum nasıl?

Merkez ile taşranın arasındaki farklar giderek törpüleniyor. Bunun en büyük etkeni de kitle iletişim araçları ve internet. Bizim burada yaşadığımız hayat ile İstanbul’da yaşanan hayatlar arasında birazcık mesafe farkı var. Burada çalışan bir ................................................................................

Bozkırda Altmışaltı kitabınızın ithaf kısmı çok dikkat çekici. “İçimden geldiği gibi sevgimi gösteremediğim anneme.” şeklinde ve bunun yanında “Benim kariyerim annemi sevmektir.” diyorsunuz. Bu derin bağın özü nasıl büyüdü sizde, eskiden beri süregelen bir şey miydi? Hikayelerinize yansıması nasıl oldu?

Hikayelerinizde genel olarak yoksulluk ve kavuşulamayan sevda teması var, bu duygunun beslendiği yer neresidir?

Hikayelerinizdeki karakterlere isim seçerken nasıl bir merhaleden geçiriyorsunuz? Hayatınızda gördüğünüz kimseler mi oluyor genelde yoksa daha çok kurgusal kimseler mi?

Gönül Dağı dizisinin hikayesi nasıl ortaya çıktı?


GENÇ'ın Yazısı.