Ali ALTUNKAYA

Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu’nun işaret ettiği şey aslında Ortadoğu’dan Kafkasya’ya, Balkanlardan Kuzey Afrika’ya kadar Osmanlının dört yüz yıla yakın yaşadığı ve izini bıraktığı coğrafyalarda bizden ne kaldığına dikkat etmekti.

Erenköy’de bir gönül ve hizmet adamına misafir oluyorduk. Mahviyet ve diğerkâmlığın zirvesinde bir dava adamına; dostluğun ve muhabbetin adresi Fethi Gemuhluoğlu’na…

Bir grup genç arkadaş olarak çalmıştık kapısını; hoş sohbetini, kalender meşrep sözlerini, insanı başka âlemlere yolculuğa çıkaran tatlı muhabbetini dinlemeye gelmiş, dizlerimizi kırıp oturmuştuk bu dost ehli insanın karşısına.

Gayet güzel karşılıyordu bizi. Yüzünde hep kalpten bir tebessüm gizliydi. İkramlarının ardından duvardaki “ya Hayyu ya Kayyum” tablosunun önündeki koltuğa oturup zarif bir İstanbul Türkçesiyle anlatmaya başlamıştı.

İslâm ülkelerinin birbirine yakınlaşmasının öneminden, Müslümanların birbirlerini tenkit etmesinin yanlışlığına, ideolojik kaygıların ve mezhep taassubunun bizi nereye getirdiğinden, vefa ve dostluğun güzelliğine kadar bir dizi konuya değinmiş ardından “tarih ve coğrafyaya dost değiliz” demişti.

Her sözü, her bahsi bir kitap gibiydi ama “tarihe ve coğrafyaya dost olmak” sözleri arasında en çok dikkatimi çekeniydi. Dayanamayıp soruyordum:

“Efendim, tarihe ve coğrafyaya nasıl dost olunur ki?”

Tatlı bir tebessüm ederek, derin bir nefes çekip cevaplamaya başladı;

“Bizler coğrafyaya dost olamadığımız için artık Anadolu beylerbeyliğini bile çok görüyorlar. Eskiden vali gönderdiğimiz yerlere şimdi sefir-i kebir gönderiyoruz. Hanedan-ı Âli Osmanlı olarak bıraktığımız Beyrut’u, Bağdat’ı, Şam’ı görürseniz coğrafyaya dost olmadığımızı göreceksiniz.

Şimdi kendi kalemizi korumaktan karşı sahaya geçemiyoruz. Çünkü artık biliyoruz ki “Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmak” var. İşte buyurun… Gelin coğrafyaya dost olmayın ........................................................................................


GENÇ'ın Yazısı.