Ütopyadan Distopyaya
Site Özel
2196 okunma
Muazzez Elif Torun
Tek bir kara parçasından oluşuyordu dünya. Tıpkı sakinleri gibi bütündü.
Herkesin aynı imkanlara sahip olduğu, kimsenin kimseye tepeden bakmadığı, kıskançlığın, cimriliğin, kibrin ve tüm kötü duyguların saf dışı kaldığı, kalplerin sadece merhametle dolup taştığı bir yaşam vardı.
Mutlu olmak için bir gülümseme yeterdi. Ailenin, arkadaşın, yoldaşın değer gördüğü zamanlardı…
Sonra bir gün, bazılarının kalbinde öncül sarsıntılar olmaya başladı. Biri komşusunun kazancını kıskandı. Diğeri kendini arkadaşından üstün gördü, onu küçümsedi. Başkası ise özgürlüğü ailesini terk etmekte buldu.
Bir şeyler değişiyordu. Kimileri olup biteni hissetmiyordu bile. Kimileriyse yaşanan sarsıntıların büyük depremin habercisi olduğunu biliyordu.
Zamanla depremlerin sıklığı arttı. Aynı imkanlara sahip değildi hiç kimse. Komşusu açken tok yatan çoktu. Kötü duyguların olmadığı kalpler, şimdi saf ve temiz duygulara yer bulamıyordu. Mutlu olmaksa artık çok zordu. İnsan doymak bilmiyor ve sürekli tüketiyordu. Varlığın içinde yoklukla boğuşuyordu. Yalnızlaşmış ve bu yüzdendir ki çokça hırçınlaşmıştı.
Günler akıp gidiyor, herkes büyük depremin geleceğine kesin gözüyle bakıyordu. Ama kimse bu konuda tek kelime etmiyordu.
Güneş sırtını çevirmiş, bulutlar gökyüzüne hapsolmuştu. Bitkiler küsmüş ve çiçeklerini kendilerine saklıyordu. Ağaçlar meyve vermek istemiyor gibiydi. Hayvanlar insanlardan kaçıyordu. Ve çocukların cıvıltısı sokaklarda yankılanmıyordu artık.
Büyük bir gümbürtü koptu önce. Yeryüzü kırılmaya başladı. Kopan parçalar birbirlerinden gittikçe uzaklaşıyordu. Ve uçurum daha net gözüküyordu şimdi.
Sonunda beklenen büyük deprem gelmiş, kalplerdeki ayrılık bir kez daha tescillenmişti.
İnsanlar ne şaşırmış ne de korkmuştu. Sonuçta ‘’gönül bağını’’ keseli çok olmuştu.
GENÇ'ın Yazısı.