Olgunlaşmaya Yüz Tutmuş Ekinler
Hayrunnisa Güngör
Bazen başkalarına duyduğum merhameti kendimden esirgediğimi fark ediyorum. Kendime kızgın olduğumda bilerek ruhumu incitmek istiyorum. Görmekten rahatsız olduğum o manzaranın tam karşısına geçiyorum. Duymaktan üzüleceğim cümleleri can kulağıyla dinliyorum. Yokluğundan endişe ettiğim şeyleri bizzat ben dünyanın öbür ucuna fırlatıyorum. Kendimi bilerek üzüp ağlatarak yaptığım hataların diyetini ödüyorum. “Hak ettin sen bunu, iyice gör ve dinle neleri kaybettiğini!” diyorum içime. Kişisel gelişim kitaplarında tek çare olarak sunulan kendine inanmanın karanlık yüzü burası. Evet, kendime inandım, beklentimi yükselttim ve onları karşılayamıyorum.
Ömür geçtikçe kendime yetişkin dertleri üretiyorum. Artık işsizliği biliyorum, kimseden bir şey istememenin dayanılmaz ağırlığını biliyorum. Duydukların karşısında başından aşağı kaynar sular dökülürken dudaklarına sahici bir tebessüm kondurmanın iç yakıcılığını biliyorum. En zoru buydu sanırım. Bir de bir başkasının mutluluğunun seni mutlu etmesinin bazen biraz zaman alabileceğini biliyorum. Şu günlerde ise kendimden yana beklentilerimi karşılayamamanın sancısını çekiyorum. Kendime oldukça zalim davranıyorum. Başkalarına merhamet beslemeyi, zulmetmemeyi hayat düsturu haline getirmişken kendimi gözden kaçırmam bana da sürpriz oldu. Ancak kendimi yaratıcı yöntemlerle cezalandırmamın esas sebebi bu beklentileri karşılayamayacak zayıflıkta olmak değil, karşılayabilecekken önüme -bilmiyorum neden- setler çekmem. Hatice Özdemir Tülün, Genç’in ağustos sayısında Angela Duckworth’ten bir alıntı yapmış: Uzun vadede azim, yetenekten daha önemli olabilir. Bu cümleyi okuyunca Genç’ten bu ay alacağımı aldığımı düşündüm. Kendimdeki sorunu ararken rastladığım ancak bu kadar veciz ifade edemediğim bir gerçeklikti. Ancak daha da vecizi vardı ve çok sonra aklıma gelecekti: Sevgili Peygamberime (sav) amellerin en sevimlisinin hangisi olduğu sorulduğunda “Az da olsa devamlı olandır.” buyurmuştu. Ben ise yapabildiklerim yerine yapamadıklarıma sıkı sıkı tutunuyor, bir adım atmaktan geri duruyordum. Beni bunları düşünüp hayıflanmam için işe almış olsalar ayın elemanı olabilirdim. Her gece hâlâ yapmadıklarımın burukluğuyla uykuya dalıp rahatsız bir uykudan bıkkın bir uyanışla güne başlıyorken hâlden anlayan bir hocamla görüştüm. Yapabilecekken elden kaçırdıklarım konusunda “Tembellikle mutsuzluk birbirini pekiştirir, yapman gerekenlerin senden uzaklaşmasına izin verme. O seni iyileştirecek” tavsiyesinde bulundu. Daha önce duymadığım şeyler değildi ama bazı insanların üzerimizdeki tesiri daha fazladır. Bu kalp masajından sonra yanından çıkarken gülümsüyordum, işlerimin başına koyulmak için heyecanlanmıştım.
Geriye kendimi cezalandırmaktan vazgeçip hatamla sevabımla affetmek kalıyordu. Yıllar önce bir arkadaşımın beklenmedik kötülüğüyle karşılaşmış ve bir türlü affedememiştim. Çok zaman geçtikten sonra “Ben günahlarım için Allah’tan af diliyorum ve O bütün kapılarını açmış bağışlamaya hazırken ben kim oluyorum da bir insanı affedemiyorum? Ben affetmezken affa lâyık olabilir miyim?” sorgulaması ile o eski defteri kapatmaya karar vermiştim. Şimdi aynı formülü kendim için kullanacaktım. Resûlullah’ın (sav) “...Allah, affeden bir kulunun ancak şerefini arttırır...” müjdesine nail olmak için.
Zor zamanlarda kim olduğumuzu hatırlamamız duasıyla:
“Mümin taze ekin gibidir. Olgunlaşıncaya kadar rüzgar onu eğip büker; bazen yere yatırır, bazen de doğrultur (ama o kırılmaz)…" Hz. Muhammed (sav)
GENÇ'ın Yazısı.