Tuğçe İsabetli

Pandemi, hayatlarımızdaki pek çok şeyi belki de geri dönüşü olmayacak şekilde değiştirdi. Muhtemelen hiçbirimiz hayatımız boyunca kendimizle bu kadar baş başa kalmamıştık ya da hiç bu kadar kendimize ayırabileceğimiz uzun bir zaman dilimi oluşturamayacaktık. Nitekim kendi işinin patronu olanlar için dahi bir işe dönüş vakti vardır, hayat hiçbir zaman tam anlamıyla bir tatil sunmaz. Kendimize ayırabileceğimiz bu denli zamanın neticesinde de içimize dönmek, çuvaldızı kendimize batırmak için oldukça uzun bir vakte sahip olduk. 

Sosyal medyada ya da bir kitap sayfasında sıklıkla gözümüze sokulan, elbet pek çoğumuzun kulağına çalınmış afili bir olaydır “yalnızlık”. Cafcaflı sözcüklerle süslenen yalnızlığın aslında pek de iç açan bir durum olmadığının farkına vardık. Yalnızlık, kaliteli bir tercih olduğunda güzelmiş zannımca. Buna maruz kaldığımızda, özgür bir tercih olmadığında sanılanın aksine pek de keyif vermiyormuş. Bilakis kendimizle bu kadar baş başa kalmak bir noktadan sonra huzursuzluğa sürüklüyormuş. Tam da insan insana muhtaçtır dedikleri; insan hakikaten karşısında hoşbeş edebileceği bir insana öyle ihtiyaç duyuyormuş ki! 
 
Dört duvar arasında kaldığımız, artık tüm yemek tariflerinin tükendiği, uzun zamandır ertelenen kitapların okunduğu, evde yapılma imkânı olan neredeyse tüm spor ve sanat dallarını denememizin ardından gözlerimiz artık dostlarımızı, sevdiklerimizi aramaya başlamıştı; günler sonra farklı bir sima görmek, doğada bir yürüyüş yapmak, deniz havası almak burnumuzda tüter hâle gelmişti. Sözün özü, rutin hayatımızda bize oldukça sıradan gelen pek çok eylemi mumla arar olmuştuk. 
 
İşte tam da böyle bir dönemin, yaklaşık bir buçuk yıllık ayrı kalışın nihayetinde bir vapur yolculuğumda üşüştü tüm bu düşünceler aklıma. Birbirinden farklı onlarca hikâyeye sahip insanlarla bir arada olmayı, “Acaba bu amcanın, bu ablanın, bu ninenin nasıl bir yaşamı var; ne derdi var, hayatından memnun mu?” gibi pek çok düşünceye daldığım, annesinin paçasını çekiştirerek simit almasını ve martılara atmayı isteyen çocukları gözlemlediğim, kitap okuyan birinin ne okuduğunu bulmaya çalışıp kendi içimde ufak oyunlar oynadığım bir vapur yolculuğundan bahsetmekteyim.
 
Aslında çevremizde öyle çok hikâye var ki! Dillerden düşmeyen “okumanın” işte sadece iki kapak arasından ibaret olmadığını insan böyle zamanda anlıyor; hayatı okumak!
 
Öte yandan ardımızda bıraktığımız dönemde hayatımıza pek çok yenilik de zorunlu olarak katılmış oldu. Artık tüm dünyada önem kazanmaya başlayan çevrim içi eğitimler, etkinlikler, söyleşiler bir anda hayatımızın gündemine oturdu. Teknolojiyle arası olmayanımız dahi bir şekilde bu programları kullanmayı, etkinliklere, derslere katılmayı öğrendi. Kimimiz kendi eğitim/iş hayatımızda kullanmak üzere öğrenirken kimimiz çocukları için dijital platformları kullanmayı öğrendi. Yeri geldi daha bir yıl öncesine kadar yüz yüze eğitim aldığımız kıymetli hocalarımızı bir ekrandan izlerken üzüldük, yeri geldi dijital ortamda gerçekleşen sınavlarımızı “Ya internet ya da elektrik giderse, ya bilgisayarım kapanırsa?” gibi sorular eşliğinde yüksek adrenalin ve kaygı seviyesinde tamamladık. Bu programlar ilk hayatımıza girdiğinde yüzlerde tebessüm ettirecek aksaklıklar yaşasak da şimdilerde hepimiz neredeyse gözümüz kapalı kullanabilecek düzeye geldik. 
 
Pandeminin götürdüklerinin yanında çevrim içi oturumların da hayatımızın bir parçası hâline gelmesiyle birlikte bu programlar gelecekte de sıklıkla kullanılacağa/tercih edileceğe benziyor. Asla yüz yüze programların yerini tutmaması su götürmez bir gerçek olsa da büyük bir açığı kapattığı da yadsınamaz. Ayrıca en büyük artısı da elbette zaman tasarrufu sağlıyor oluşu. 
 
Daha birkaç ay öncesine değin yüz yüze bir dostla muhabbet etmeye açken şimdilerde çok şükür ki yavaş yavaş buna kavuştuk. Ama bu kez farklı olan bir şey var ki -bazı şeylerin değeri kaybedince anlaşılır misali- artık bu konuda daha hassas olmaya başladım. Naçizane, artık bir dost meclisinde iken çok elzem bir durum olmadıkça telefon ekranına dalmıyor, çevremi de bu konuda dikkate davet ediyorum. Çünkü haftalar boyu evden dahi çıkamadığım aynı dört duvar arasında, her günün artık neredeyse farkının kalmadığı günlerde özgürlüğün ve dostlarımın kıymetini öyle iyi anladım ki zaman bir an bile lüzumsuz aksın gitsin istemiyor, elimden geldiğince anda kalmaya ve değerini bilmeye çabalıyorum. 
 
Hülasa pandemi kulağımıza küpe etmemiz gereken pek çok ders verdi, anlayabilene. Önünde sonunda koca bir dönemi arkamızda bırakmayı başardık, yani umarım. Şimdi ceplerimize doldurduklarımızla kozadan çıkma vakti geldi de geçiyor, iş başı! 


GENÇ'ın Yazısı.