Ömer Akyüz

Geçen her dakika itibarıyla ruh merkezimizde bir hareketlilik yaşarız. Dışarıdan aldığımız bilgi kümelerinden tutun da kafamızın içerisinde yaşadığımız dünyamıza kadar birçok ince ve hassas noktalara maruz kalırız. Bunların birçoğunu bilgi envanterimizde depolarız. İyi veya kötü, çirkin veya güzel ayırt etmeksizin iç alemimizde bu bilgileri içselleştirmeye çalışırız. Öğrenmenin ve hissetmenin en açık hâlini yaşarız bir bakıma. Hayat yolculuğunda tamamlanmaya doğru alınan yol böyle devam eder. Ne bir eksik ne de bir fazla, dur durak bilmeden zamanı böylece tüketiriz. Tâ ki beden sona, ruh ise sonsuzluğa doğru yol alana dek. Bâki olmanın verdiği bir nimettir, ruh. Beden ise bu nimetin içinde birer saklı sır. Hayat ise bu sırrı bulmaya ve buldurmaya yönelik olan çabalarımızdır.
 
Dışa yansıttığımız davranışlarımız, ruhun birer parçasıdır. Pratiğe dökülen her davranış, gönül diyarımızda biriken hâllerin ellerle buluşmasından ibarettir. Geçen her dakika ile beraber ruh merkezinde yaşadığımız hareketlilik ve iç alemimizde yarattığı etkileşim, davranışa sirayet eden en açık hâline şahit oluruz. Direktifleri içten alan ama dışa bağımlı bir duygu sürümü meydana gelir. İç aleminde yoğrulan hâller, bundan sonra dış dünyaya açılır. Her davranış birer yolcu olur, muhatabını bulana dek durmak bilmez bir yolculuğa çıkılır. 
 
Hassas yürekler tanıdım yeryüzünde. Öyle ki ince bir çizgi üzerinde yol alırlar. Yol nereye gider böyle, sorsam. Hür tefekkür kalelerden yükselir sesleri. Dem olur asrı aşar, yel olup rüzgâr ile yoldaş olurlar. Çağı sarsmanın iç aleminde gezerler. Yüreklerde bir yol beklerler. Ve iskelet yığınları arasında ince ince yeşerirler. Bir topluluğun önde gelen en can alıcı kesimiyle göz gözedirler. Bunca habîs iskelet yığınları arasında güzeli görmeye alışık değildirler. Ki görseler eğer, güzele güzel demenin ve içindeki güzelliği dile getirmenin erdem olduğunu iyi bilirler. Duygu olarak cimri olmadıklarını gösterir. Gönülde hissedilen güzelliğin dışa vurumunu yaşarlar her daim. Söz ile seslerin zarafeti içerisinde parıldar bedenleri. Muhatabını bulana dek lâl olur dilleri. 
 
Sesin kavuştuğu en manidar yerdir, söz. Hakiki muhataplarının yolunu gözlerler. Hassas noktalarda yürümenin en ince hâlini yaşarlar. Yürek ve bedenle birleşmiş fiileri vardır. Ruhtan gönüle doğru ve gönülden de ellere doğru akan bir ışıltı olur. O ışıltı samimiyet ve inceliğin nişânesidir. Bir ruhun en saf ışıltısıyla bezendiği vakti doğurur. Bu dakikadan itibaren gönülde biriktirmek vardır. Gönül gözü ve gönül sesiyle yol almak vardır. En derinlerde yaşanır, tüm yaşanmışlıklara karşı.
 
Issız bedenler tanıdım, ne bir göz ne de bir kalp taşıyan. Kör kütük bilenen ağaçtan farksızdırlar. El atsam nâfile, gül versem çaresiz bir hâl yaşanır. Dokunmak ve hissetmekten ırak, iskelet yığınları arasında çürümenin inceliğini yaşarlar. Uzak, çok uzakta kalırlar. Gönülden düşenler böyle tanımlanır. Uzak kalırlar, sevgiye ve sevenlere.
 
Engin ruhlar tanıdım, bir söz bir de bir gönülden müteşekkil. Söz ve gönül ile yol alanların hazin hikâyelerine ortak olurlar. Uzaktan gelir sesleri, kokusu ise misk amber. Tarifsiz karakter özellikleri belirir üzerlerinde. Alışılmadık ruhlara rast gelmenin eşsiz armağanıdır bu. Bir ömür yetmez bunlara, ahiretlik de eklenir. Şimdi taşımak vardır gönüllerde. Bu yükü nimet olarak görüp kaldırabilenlere selam olsun.


GENÇ'ın Yazısı.