Hayriye Halenur Şahin

Güzel, güzelliğini renginden mi alır; yoksa iç sesinin renginden mi?

Dilce susup bedence konuşulan bir çağda, biliyorum anlaşılmayacak diyordu şair. O halde iç sesin rengini duyanlardan ne haber diyelim? Kulaklarımız kaç hertze kadar ayarlı? Peki ya kalbimizin kulakları?
 
Bizim Yunus’un sorduğu gibi soramasak da sarı çiçeğe, erenlerden işittik ki duymak yalnızca kulak işi değilmiş. Duruşun, susuşun, yürüyüşün, bakışın hatta bakmayışın da sesi varmış. İç sesin rengi ile bürünen seste gizliymiş mana. Maddeye ve hareketliliğe de kıvamını veren ruhun rengi olan, iç sesin rengiymiş. Duymak kalp ile de olurmuş, frekans hesabı her zaman her yerde tutmuyormuş.
 
Zaman denen mefhumun ilerlemesi ve postmodernizme doğru kayılmasıyla kimi kavramların, ahlaki, insani değerlerin değiştiğini hatta kaybolduğunu görüyoruz. Zaman demişken, zamana suçu atmakla büyük hata ederiz, sahi ne suçu olsun yörüngesinde vazifedar işini yapan güneşin, yıldızın, ayın? Vazifesini unutan kimdi? Eşrefi mâhluk olan insan, yaşamaya hakiki bir gaye yüklemeyi es geçtiğinden beri vazifesini unuttu. Zaten bir suçlu aranacaksa herkes nefsini sorgulamalıydı. Ve zannediyorum güzellik de vazifeye tâbi olmaktaydı.
 
Güzel bir şey. O şey; içi ısıtan, tebessüm ettiren, gözden ve gönülden gafleti gideren, huzura vesile olan, ruhta rengini bırakan, ayrılınca yanından arkasında iz bırakan bir şey. İçten, nefsini değil karşısındakini tercih ettiren, iyiye davet ettiren, bir yetim başı okşatan, çiçek, minare ve kuş sevdiren bir şey. Temiz olmayı ve temizlenmeyi isteten, gönlü yumuşatan içteki bir şey. Aşırıdan uzak, ne kahkaha attıran ne de feryat figan ettiren ama gözü yaşartan, gönlü ısıtan, tanımasa da selam edip tebessüm ettiren bir şey. Eğrilmeyen bir doğru, sözü özü bir, şüphe barındırmayan, emin olan bir şey.
 
Güzel, emek verilen, sabır isteyen, istikamette olan, yola düşen, yolda olan, hizmetten nasibdar olan bir şey. Bakınca umutlandıran, iştiyak veren, heyecanlandıran, heyecanı diri tutan bir şey.
 
“Güzel” demek bizlere nerelerden kapılar aralamışken; zihnimizde, fikrimizde, içimizde bambaşka kıpırtılar uyandırırken “güzel olmak” hasletini, güzellik ölçüsünü yalnızca maddi bedene, yalancı boyalara, aldatıcı süslere yüklersek bütün bu anlamları çöpe atmış, beton duvarlarla set çeker gibi manayı maddeye hapsetmiş oluruz. Geçici güzellikler bir gün çürüyüp yok olacak ya… Yok olup gidecek bir güzellik de ne kadar kıymet vermeye değerdir? O halde gerçek “güzel olmak”, bitmeyen bir güzellikle olur. Ruhunu arındıran, iç sesi temizleyen gerçek güzelliğe erişiyor. Ölçüsü tevhid olan her şey sönmeyen gerçek güzeldir. Hakiki, baki güzelliğin sahibi olan Hâlık-ı Rahman’ın namına yapılan, onun ölçüsünde olan her bir varlık, her bir iş güzeldir; güzel olur, güzelleşir. 


GENÇ'ın Yazısı.