Süleyman Çınar

Siretimiz, suretimiz, gönlümüz ve ruhumuz birbirinden farklı olduğu gibi kaderlerimiz de birbirinden farklı. Her birimizin ayrı bir hikâyesi var. Dünyada bizden bir tane daha olmadığı, dünyaya bizden bir tane daha gelmeyeceği gibi, yaşadığımız anlarda dünyada bir daha var olmayacak, bir daha canlanmayacak. Bu yüzden hikâyemiz ve onun her anı çok kıymetli.

Her insanın kaderi, parçaları yok olunca, kaybolunca tamamlaması muhal olan özel bir yapboz gibi. Bu yapbozun her bir parçası kaderimizin içerisindeki bir ana tekâbül ediyor. Bundan mütevellit, her bir parçayı özenle, dikkatle, samimiyetle, sebatla yerleştirmeliyiz ki, hayatımızın nihâyetinde dönüp baktığımızda dudaklarımız, samimi bir tebessümün yuvası olsun.
 
Hayat yapbozumuza yerleştirdiğimiz önemli parçaları kelâma veya kelimelere dökmek, insanların hayatlarında güzel bir mânâ çağrıştırabilir, anlarını güzel geçirmelerine vesile olabilir. Zira insan, insan için bir tecrübedir. O tecrübenin içerisinde nice güzellik vardır da bilmiyoruzdur. Güzide anlarımızı kelimelere yahut kelâma dökmeliyiz ki, bir rikkate, inceliğe, tebessüme ve ibrete vesile olsun. 
 
Fikir katili olmamak için yazmak gerektiğini söyler, Rasim Özdenören. Yani ona göre yazmamak, bir fikrin yok olup gitmesine seyirci kalmak demek. Bana kalırsa yalnız fikirlerini değil, başından geçen güzel hâdiseleri, hatıra geldikçe mesut kılan anları, içinde ders ve ibret nüvesi bulunan olayları yazmamak yahut başkalarına aktarmamak da bir katletme biçimi. Zira yazmak veya anlatmak; o anın vesikası, ilerleyen zamanda insanların dimağlarına vurulacak bir mühürdür. Sezai Karakoç’un ifadesiyle, “Yalnız ölüm mezar kazmaz, mezar kazılır ölüme de.” Yazmak ve anlatmak, bir anlamda ölüme mezar kazmak, o anı ölümsüzleştirmektir. Güzel, ibret vesikası olan bir anı zihne ve gönle kazımak, fotoğrafını çekmekten daha fazla ölümsüzleştirir.
 
Asıl zengin, para biriktiren değildir bana göre. Yıllar sonra geriye dönüp baktığında kalbi ısıtan, ruhu ışıtan, göze fer, gönle heyecan katan hâtıralar biriktirmiş olandır. Bu hayatta insanın biriktirdiği maddi şeylerin bir zekâtı var. Peki, manevi niteliklerimiz, müktesebatımız, yaşadığımız an, zaman, olaylardan ortaya çıkardığımız manalar üzerinde başkalarının payı yok mu? Malımızı paylaştığımız gibi, ilmimizin, hâlimizin, müktesebatımızın, ahlakımızın, güzel anlardan devşirdiğimiz manaların üzerindeki hakkı da paylaşmak gerekir. İyi-kötü, acı-tatlı, hoş-nahoş olan her olay, ibrete vesileyse; gönlümüzü, hayatımızı naif kılıyor, dimağımızda kalıcı izler bırakıyorsa, her hatıra geldiğinde ibretlik yahut samimi bir tebessüm bırakıyorsa yüzümüzde, kalemle yahut kelâmla o hâtıranın hakkını vermek gerekir.
 
Kıymetli bir ağabeyim, “Hayattayken daha çok toprağın altından besleniyoruz. Fakat toprağın altına girince, üstünde bir şey bıraktıysak ondan besleneceğiz.” deyip eklemişti, “İnsanın güzel insanların şâhitliğine ihtiyacı var.” Mâlum, olaylar, hele ki yaşanmış hâdiseler fikirlerden daha fazla yer eder insanların gönüllerinde ve zihinlerinde. Yaşadığımız, anlattığımız, yazdığımız güzel hâdiseler insanlarda güzelliğe, hayra, hakikate doğru bir değişime, dudaklarda hoş bir şarkıya, zihinlerde fikre, yüzlerde tebessüme, gözlerde ibrete, gönüllerde yeşerecek bir güle vesile olabilirse -öyle inanıyorum ki- bu, insan için bir sadaka olacaktır. İnsanların güzel şahitliğine vesile olacaktır. İnsanın en muhtaç olduğu şey de bu değil midir?
 
Bu konuda Süleyman Ragıp Ağabeyin güzide bir örnekliği var. Mânâ mefkûresini üzerinde bir rozet gibi taşıyarak biriktirdiği ve bizlere aktardığı pek çok hâtıra, mânâ ikliminin giz noktalarına doğru keşfe çıkarıyor. Hâtıraları, kelimeleri ve örnekliğiyle mânâ kelimesini aydınlatıyor. Kalemi ve kelâmıyla insanları, bilhassa gençleri güzelliğe, hayra teşvik ediyor. Samimi, naif, rikkat dolu, ders çıkarabileceğimiz, yüzde mesut bir tebessüm, gönülde sürur, zihnimizde iz bırakan pek çok güzel hatıra var Baht Meselesi kitabında. Yine aynı kitapta geçen şu sözleri hatıralarının insanda bıraktığı izi perçinliyor: “Yaşadım ve yazdım diyemeyeceğim, “yaşattı Rabbimiz, yazmayı da nasip etti” demek geliyor içimden. Her şey bir lütuf, her şey O’nun ikramı, tüm güzellikler O’nun hediyesi.” 
 
Nihayetinde yaşamak da yazmak da hem yazıp hem yaşamak da bir nasip meselesi… 


GENÇ'ın Yazısı.