Süleyman Çınar

Dünyaya geldiğimiz andan itibaren takdir edilen sonumuza doğru bir yolculuk yaparız. Fani ömrümüzdeki yaş basamaklarını bir istasyon kabul edersek, bu yolculuğumuz bir tren yolculuğuna benzer. Ömür treni dur durak bilmeden, yaş denilen istasyonlardan geçe geçe ilerler. Treni durdurabilmemiz, bir an bile bekletebilmemiz mümkün değildir.

Her birimiz, kendi ömür trenimizin tek ve değişmez yolcusuyuz. Lakin bizim dışımızda, tek ve değişmez olan bir şey daha var bu trende. O da makinistimiz, ölüm. O, sessiz, sakin ama yolculuğumuzun nereye kadar olacağı hususunda vazifelendirilmiş yoldaşımızdır. Trenin hızından, başımıza gelen badirelerden, olaylardan ya da dış dünyanın cazibesinden bir makinistimiz olduğunu, her an treni durdurabileceğini ve her an yolculuğumuzun bitebileceğini unutmamalıyız.
 
Doktorların duran bir kalbi şoklayıp hayata döndürmeye çalıştığı gibi, yolculuğumuz boyunca her nefeste gönlümüzü ölüm düşüncesiyle şoklayıp hayata döndürmeliyiz. Ölümü zihnimizin baş köşesinde tutmalıyız. Ölümü hatırlamak deyince, Hz. Ömer gelir aklıma. Hz. Ömer halifelik görevindeyken ölümü hatırlatması için bir adam tutmuş kendine. Adamın görevi yalnızca her gün belirli saatlerde gelerek, “Ya Ömer, Allah’tan kork, ölüm var!” demekmiş. Yıllarca devam etmiş bu durum. Bir gün, Hz. Ömer aynaya bakarken saç ve sakalına akların düştüğünü fark etmiş. Ölümü hatırlatan kişiyi yanına çağırıp artık görevinin sona erdiğini söylemiş. Nedeni sorulduğundaysa ders niteliğinde bir cevap vermiş;
 
“Şimdiye kadar saç ve sakalıma aklar düşmemişti. Bana her gün ölümü hatırlatacak, Allah’tan korkmamı nasihat edecek birine ihtiyacım vardı. Bugün aynaya baktığımda saç ve sakalıma aklar düştüğünü gördüm. Ağaran saç ve sakalım ölümün habercisi olarak yeter bana. Sen ölümü her gün belirli vakitlerde hatırlatıyordun, bunlar ise her zaman hatırlatıyor.”
 
Trenimiz her gün, her saat durmak bilmeksizin ilerliyor. Makinistin, treni nerede, nasıl ve ne şekilde durduracağı ise bize meçhul. Ama kesin bir şey var ki, bu tren en nihayetinde bir gün duracak ve yükünü boşaltacak. Son istasyona vardığımızdaysa tek bir şey sorulacak bize, “neyle geldin ve ne getirdin?”
 
Vakit varken, her şey rayındayken, keyfimiz yerinde, sırtımız pek, başımız toprağa değmemişken vagonlarımızı neyle doldurduğumuza dönüp bir bakalım. İki alternatif var önümüzde, üçüncü bir yol yok. Vagonlarımız ya pişmanlıklarla yüklü ya da iyilik ve güzelliklerle. Pişmanlığımız varsa, düzeltmeye, nedamet getirmeye, yaralarımızı sağaltacak güzelliklere doğru koşalım. İyilik ve güzelliklerle doldurmuşsak ne mutlu bize, onları çoğaltmanın telaşına düşelim. “Fazla mal göz çıkarmaz” demek yerine; fazla iyilik, gönlümüze değer, sözümüze halavet, ömrümüze bereket, akıbetimize hayır katar diyelim. İyi insanlar olmaya ve insanları iyileştirmeye çalışalım.
 
“Kurtulmak için kurtarmak lazım” dediği gibi Mustafa Kutlu’nun, ömür trenimizi galiben sona ulaştırabilmenin ve yolun yükünden kurtulabilmenin tek çaresi, gönüllere dokunabilmek ve o gönülleri güzelliklerle dokuyabilmek. Son durağa varış sireni çaldığında, aldığımız o tebessümler ya da -Allah korusun- arkamızdan edilen ahlar ve beddualar yolculuğumuzun canlı şahitleri olarak duracak karşımızda. Geriye dönüp baktığımızda ya mütebessim bir çehreyle geçmişi yâd edeceğiz ya da yüzümüze bakmaya bile mecalimiz kalmayacak.
 
Vagonları neyle doldurduğumuz, heybemizde kalanlar, son durakta nasıl karşılanacağımızın ve kimle karşılaşacağımızın da bir habercisi. Nasıl karşılanacağımız ve kimlerin bizi karşılayacağı ise, vagonları neyle doldurduğumuza, son durağa neyle vardığımıza bağlı. “Sanma ey hâce ki senden zer-ü sîm isterler / Yevme lâ yenfeu da kalb-i selîm isterler.” dediği gibi şairin, nasıl yaşarsak öyle gideceğiz buradan ve neyle varırsak da öyle karşılanacağız.
 
Her şey ömür akıp giderken trenimizi iyilik ve güzelliklerle doldurabilmemize bağlı. Vagonları tezyin edebilmek de dünyanın çekim kuvvetine karşı koyabilmekle; yaşadığımız badirelere, olaylara ya da dünyanın cazibesine rağmen bir makinistimiz olduğunu, her an treni durdurabileceğini ve her an yolculuğumuzun bitebileceğini unutmamakla mümkün. Ölüm gönlümüzde kalırsa, zihnimizde yer ederse, hayatımızın temeline oturursa kötülüğe meyletmeye mecalimiz kalmaz. Akıbetimiz de varacağımız yer de hayırlı olur. 


GENÇ'ın Yazısı.