Süleyman Çınar
İyiliğin, güzelliğin yayılmasını, topluma hâkim olmasını dert edinmek, kendini bu yola vakfetmek kolay ele geçen bir meziyet değil. Böyle bir dert sahibi olmak zor, dert sahibi insanların yanında olmak zor, derdi gönlüne mülk edinerek koşturanları anlamak da zor. İyiliğin, güzelliğin yayılması, ümmetin gözyaşlarının dinmesi, insanlığın selâmete ulaşması için koşturabilmek ancak derdini, gönlünün kimliği kılanların kârı.
Derdini gönlünün kimliği kılanlar; ruhlarını dertlerine âmâde kılan, dünyanın çekim kuvvetine karşı koyan müstesna insanlardır. Yüreklerinden taşan, hâle hâle cihana yayılan, diğer sinelere de yaylım ateşi gibi dağılan dertlerini anlamak, ancak dertleriyle dertlenmekle, onu yaşamak ve yaşatmakla mümkün. Aşık Veysel’in dediği gibi, “Dert çekmeyen dert kıymetin bilemez…”
O güzel insanların tüm dertleri; hak, hakikat, iyilik ve güzelliğin âlemşümul olması içindir. Bunun için düşünürler, okurlar, yazarlar, gönüllü olup koştururlar. Gece-gündüz demeden, kolay-zor ayrımı yapmadan sebatla, azimle, şevkle çalışırlar. Asla yılmazlar. Onları dertlerinden koparmak için, yollarına bin bir tuzak kurulsa da deve dikenleri saçılsa da boy boy karamuklar ekilse de ıstırap ve çile sağanağı sel olup önlerini kapatsa da çıktıkları yoldan dönmeyi akıllarına dahi getirmezler. Her şeyden feragat ederek, her şeylerini feda ederek yürürler yollarını.
Dertleri için çabalarlar. Dertleriyle yatıp, dertleriyle kalkarlar diyemem. Zira dertleri yatmalarına bile müsaade etmez. Her an, her yerde dertleriyle birlikte, dertlerinin gösterdiği kıble istikametindedirler.
Aileleri vardır lakin sanki yok gibidir. Bu ihmal ettikleri anlamına gelmesin. Hepimizden çok sever; çok değer verirler ailelerine, elbette aileleri de onlara. Fakat hak, hakikat, iyilik ve güzellik ilelebet payidar olsun diye hem onlar hem de aileleri ayrılığa, türlü meşakkatlere katlanırlar. Yıllarca iki çift kelam etmeye hasret kalırlar lakin hasretlerini yüreklerine gömerler.
“Peki, boş vakitlerinizde ne yaparsınız?” sorusu hiç sorulmamalıdır onlara. Boş vakit denilen şey, modern zaman insanın bir icadı değil midir? Derdiyle yaşayana, derdi için yaşayana boş vakit kalır mı? Bir işi bitirip diğerine koyulanların boş vakti olur mu hiç?
Önemli olan “ruh ikizini” bulmak değildir onlar için, “dert ikizini” bulmaktır. Hocanın hocayı tekkede, hacının hacıyı Mekke’de bulduğu gibi, onlar da aynı dertten mustarip gönüllerinden tanırlar birbirlerini. Ya bir yetimin başını okşarken ya fakir bir ailenin sofrasını donatırken ya gençlerin güzel bir insan olmaları için çırpınırken ya da Afrika’nın ücra bir köyünde su kuyusu açmak için koştururken rastlarlar birbirlerine. Gözleri aşina olmasa da gönülleriyle ezelden tanırlar birbirlerini. Dert yolculuğunda derman kapısını beraber arar, beraber aralarlar.
Derdini yetim, öksüz bırakan arkadaşlarını, dertleriyle barıştırırlar. Onları da iyiliğe, hayra, güzelliğe dair bir emel, bir hayal sahibi kılmaya çalışırlar. Dertle mayalarlar çocuklarını, gayretle koşturması için dua ederler. En ideal mesleği seçmesi için değil, en ideal derdi benimsemesi için uğraşırlar. Onun birbiri ardınca sıraladığı diplomalardan ziyade, iyilikle dokuduğu gönülleri gördüklerinde sevinirler.
Ceplerinde şeker taşıyıp küçük çocukları sevindiren amcalar misali, dertlerini evlatları gibi görüp sevindirirler. Başını okşarlar, onunla hasbihal ederler. Onu öz evladı gibi sahiplenip bayramlık elbise alan babalar, onu kendi evladından ayırmayıp bağırlarına basan analar gibidirler.
Dertleri uğruna canlarını, mallarını, ilimlerini kısacası ömürlerini vakfederler. Yer ve gök iftihar eder onların varlığıyla. Yaratılan tüm mahlûkat onları gıpta ile seyreder. Rabbimizin sevdiği, sevdirdiği müstesna kullardır onlar. Hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten men eden, kurtuluşa erenlerdir onlar. En güzel mükâfatla müjdelenen güzide insanlardır onlar.
Hüznü kalplerine mülk edinenler, dertleriyle güzelleştirdikleri dünyadan, dertlerinin güzelleştirdiği bir insan olarak ayrılırlar. Tebessümlerini ve dertlerini miras bırakarak selam ederler geride kalanlara. “Bizde iyiler ölmez. Evliya olup aramızda yaşarlar.” dediği gibi Mustafa Kutlu’nun, iyilikleriyle ve güzellikleriyle daim hatırlanırlar, hatırlatılırlar. Geride bıraktıkları duruş ve örneklik kıyamete kadar gönüllerimizde yaşar. Şairin dediği gibi,
“Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine
Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine”
GENÇ'ın Yazısı.