Görmek Yarası: Körlük
Site Özel
1423 okunma
Sevde Zeynep Sildir
Peki ya hepimiz körsek?
Saramago’nun distopya tanımı tek kelimedir; imkânsızlık. O, imkansızlığın öyküsünü gören gözlerle görmeyenler üzerinden yazmıştır.
Her şey trafikte bir adamın aniden kör olmasıyla başlar, ardından kör adam birine güvenir ve arabası çalınır. Yani insanın en savunmasız anında nelerle karşılaşacağının bir fragmanı bizlere gösterilir. Ve bir anda körlük bulaşmaya başlar. Ancak bu körlük siyahlıktan çok beyaz bir körlüktür. Yani insanlar aydınlık içinde karanlığa esir olurlar. Sorunsuz bir biçimde ilerleyen hayatları domino taşı gibi bir anda yıkılmaya başlar ve oyun kurucular dahi buna engel olamaz. Yine bu beyaz körlüğü şöyle ifade edebiliriz; insanın gözüne çok yüksek dozda ışık verilince bu parlaklık insanı kör eder. Peki bu ışık neyi temsil ediyor? Medeniyeti, sessizliği ve alışmak zulmünü. Körlüğün bulaşıcı olması ise kayıtsızlık ve kötülüğün bulaşıcı olmasını temsil ediyor.
Kitabın kapağında da göreceğimiz yedi kişiden bütün şehre körlük bulaşır. Saramago ne insanların ne de şehirlerin adlarını söylemez. Tam bir bilinmezlik, bir nevi körlük içinde bir yerlere varmaya çalışır. Bu yedi kişi toplumu simgeler; yaşlı bir adam, eğitimli bir doktor, genç/hoppa bir kız, zayıf bir çocuk, sıradan bir adam. Gençliği, yaşlılığı, eğitimli olmayı ve eğitimsizliği vurgulayarak, herkesin kör olabileceğini açıkça okura sunar.
Bu kadar körlük ve umutsuzluk arasında bir ışık parlar. Doktorun eşi kör değildir, aynı zamanda liderlik özelliklerini taşır, özverili, pes etmeyen akıllı biridir. Eşinin ihanetini anlar, fakat kişisel hareket etmez. Bu bize kitabın ilerisinde de göreceğimiz gibi liderliğin, umudun ve kararlılığın güçlülüğünü hatırlatır. Bundandır ki kitap boyunca bu durumun düzeleceğini biliriz. Aynı zamanda doktorun eşi bir tanıktır. Bütün bu karışıklığa, eşitsizliğe, sefilliğe ve merhamete bir tanıktır. Eğer o olmasaydı unutmayı çok seven insan, körlük devrini de unutacaktı. Doktorun eşi görmesine rağmen en çok acı çekendir, hayatta olduğu gibi gören/görebilen insan her zaman daha fazla acı çekmeye mahkûmdur. Görmek de bir farkındalıktır ve yükü ağırdır.
Körlükler başlayınca ilk başta azınlık olan bu gruplar tabiri caizse hapsedilir. İnsanoğlu, kendisi için tehlike arz eden her ne varsa yok etmeye ve kendi soyunu devam ettirmeye meyillidir. Yarayı iyileştirmek yerine sürekli yara bandını değiştirmek kolayımıza gelir, bundandır ki yetkililer çözüm bulmak yerine sorunu gizlemeyi tercih etmişlerdir. Ve bu tedbirleri sert, ilgisiz alarak görenleri korumaya yönelir. Ancak bu kez kolay kurtulamayacaktır çünkü körlük bulaşıcıdır. Kişi ve makam ayırt etmez.
Körlük kısa zamanda tüm şehre bulaşır ve herkesi eşit hale getirir. Bu hapsedilen körler çeteleşmeye ve iktidar savaşlarına başlarlar. Yani okura gösterilir ki insan, ortama uyum sağlayarak hayatına kaldığı yerden devam etmenin bir yolunu bulur. Daha fazla yemek ve daha fazla eşya için savaşır. Aslında insan kördür, yani onun için maddi olan her şeyin önemsiz olması gerekir fakat gerçek bu değildir. İnsanoğlu gözlerini kaybetse bile zalimdir. Körlük ya da görememek insanları iyi hale getirmez, sadece bir süre şaşırtarak hayata devam ettirir. Saramago sonsuzluğa da vurgu yaparak sadece bunun baki kaldığını söyler. Burada siyasete, yani gören körlere bir eleştiri vardır. İnsanlar görürken hırsızlık, tecavüz, haksızlık daha azdır yani körlük yahut hayattaki ufacık bir pürüz insanları galeyana getiriyor. Kontrol edilemeyen, ne yapacağı ön görülemeyen kötülük daha hızlı yayılır.
Grup pek çok badire atlatıp şehre iner ve kontrolsüz bir şehir çok kısa zamanda harabeye dönmüştür. Çalma, öldürme ve kaos içindedir. Artık körler ölülerin yanından geçip giderler, insanoğlunun gözleri görürken de yaptığı bu hareket bize hayatın tekrarını, tekrardaki zıtlığını gösterir. Bu zorluk içinde liderimiz herkese yetemez ve seçim yapar, tanıdığı insanları korumaya çalışır. Örneğin yemek bulduğu yerde herkese vermez sadece iki poşete koyarak kendisi ve ailesini hayatta tutmak için çalışır. Aynı zamanda “Görenler daha fazla olsaydı ben de daha iyi görürdüm.” diyerek onun isyanına ve çaresizliğine şahit oluruz.
Saramago’nun yaşadığı zamana ve siyasetine baktığımızda halkların, devlet adamlarının kör olduklarını; haksızlığa, yolsuzluğa karşı kör taklidi yaparak çıkarlarını düşündüğünü görürüz. Saramago’nun dediği gibi “Biz gördüğü halde görmeyen körlerdik.” Okur, sonrasında fark eder ki bu pek çok toplumda ve devlette böyledir. Herkes kördür ve bu körlükten memnundur. Yazar ise bu körlüğü somutlaştırarak bir korku ütopyası oluşturur. Devletler ve halklar her şeyin farkındadır. Savaşların, göçlerin, zulümlerin... Ancak bunları görmek istemezler çünkü görmek çözüm bulmak demektir. Görmek, acı çekmek demektir ki kahramanımız da gördüğüne çok memnun değildir, hatta bazen kör olmayı dilemekten kendini alamaz. Ancak bilmeliyiz ki insanoğlu kör olmak istese de görmektedir, bunu vicdana da uyarlayarak vicdanını susturmak isteyen bir insanın da halini görebiliriz.
Kitabın sonunda insanların tekrar görmeye başladığını görüyoruz ve acaba ne olacak demekten kendimizi alamıyoruz. Aklımızda ise aynı soru: Peki ya hepimiz körsek? Bu soruya bir soru daha eklemek yerinde olacaktır: Peki ya dünyada görülecek bir şey kalmamışsa, görmek anlamını yitirmişse? Sanıyorum bu da 21.yy. hikâyesi olacak ve bizi uzun yıllar kör bırakaca
GENÇ'ın Yazısı.