Ayşe Nur Duman

“Dünya bir tarla idi; ekip, biçip gidecektik” der Zarifoğlu. Herkes ektiğini biçecek, mahsulü neyse iki cihanda onu hasat edecek. Ama artık dünya sadece bir tarla değil, artık dünya taşlarla dolu bir tarla, çapalaması çaba istiyor, ekmesi biçmesi desen çokça emek. Aslında insanın dünyaya gönderildiği ilk günden bu yana dünya tarlası hep taşlı imiş. Belki kıyamete adım adım yaklaştığımız için taşlar daha da arttı. Belki içimizdeki nefis en büyük taştı. Allahu âlem.

Dünyanın her bir yanında artan zulümler, adaletsizlikler, haksızlıklar... Bir yanda açlıktan fakirlikten kırılan insanlar, diğer yanda zenginlikten tokluktan çıldıran diğer insanlar. Hem de aynı anda aynı dünyada aynı atmosferi soluyan birbirinin çağdaşı insanlar. Çeşit çeşit sapkınlıklar, hainlikler… İnsanın kendi türüne yapabileceği ihanetin her türlüsü kol geziyor bütün kıtalarda. Her türlü hastalıklar, salgınlar çaresi bulunan ya da bulunsa dahi parayla satılan türlü türlü dertler. Bir virüsle koca dünyaya hüküm sürebileceğini hesaplayanlar, oyun kuranların en hayırlısı Allah’ı unutup nice düzenler kuranlar, üst akılcı (!) planlar yapan cahil insanoğlunun yaşadığı dünya tarlası burası. 
 
Ve bir yanda hep birlikte Allah’ın ipine sarılamamış, bölük bölük fırkalara ayrılmış Ümmet-i Muhammet...
 
Son zamanlarda çok yorgunuz, umut ışığımız sönmeye yüz tutmuş, ayaklarımızdaki güç çekiliyor ve biz dermansız kalıyoruz. Yahut biz dermansız kaldığımızı sanıyoruz. Her adımımız da koca koca taşlar çıkıyor önümüze, adım atamıyoruz. Yahut çapayı hep taşa vuruyoruz. Hatta nefsimiz koca bir kaya olup çıkıyor bazen önümüze, küçük bir adım için ayağımızı dahi kaldıramıyoruz. Oysa “Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır. Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır” diyor ya şair -ufkuna o hayattayken yetişemediğimiz, bize fikir deryasını vasiyet edip giden- üstad Sezai Karakoç. 
 
Oysa takıldığımız her taş bize bir yenilgiyi öğretiyor, her takılış bir kalkışı gizliyor ardında. Çabalamadan çapalayamayacağımızı öğreniyoruz düşe kalka. 
 
Bize Sirâç ve Münir (nur saçan kandil) olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuş; “Yarın kıyametin kopacağını bilseniz, elinizdeki fidanı dikiniz.” Dünyanın zifiri tarafına, şeytanın ve şeytanlaşmış insanların bizi yalnızlaştırmak istediği tüm dipsiz kuyulara ve sanki karanlıkta kaybolduğumuz pusulasız yollarımıza bir ışık, bir ufuk olmalı Habibullah’ın bu öğüdü. 
 
Kıyamet yakın, bizse çaresizce birbirimize bakıyoruz bu taşlı dünya tarlasında. Herkes önündeki taşa bakıp, diğerinin kaldırmasını bekliyor. Oysa yarın kıyametin kopacağını bildiğimiz halde, bugün kendi önümüzdeki o bir taşı kaldırıp elimizde hangi fidan varsa onu dikebilsek... Allah’ın inâyetiyle yarına kadar onun toprağa tutunup filizlerini göğe yükselteceğine dair inancımızı güçlendirip köklendirebilsek...
 
Ve herkes kaldırabileceği taşı kaldırsa da elindeki bir fidanı azımsamadan koca bir umut dikse toprağa. Dünya şu halinde mi kalır hâlâ acaba?
 
Kiminin bugün elindeki fidanı ilim talep etmek, kiminin fidanı ilim öğretmek. Kiminin fidanı evlâdını yetiştirmek, kiminin fidanı evlat kalabilmek. Kiminin fidanı bir müslüman kardeşini dertten kurtarmak, kiminin fidanı bir kardeşine tebessüm sadakası vermek. Kiminin fidanı yuvasının rızkını kazanmak, kiminin fidanı yuvasının tertibini ve huzurunu sağlamak. Bazısının fidanı kılıcı, taşı, duruşu yahut bakışı. Bazısının sesi, nefesi, kalemi, niyeti yahut gayreti... Herkesin fidanı farklı, herkesin toprağı farklı ama herkes aynı taşlı tarlada. Yarına kadar attığımız taştan, diktiğimiz fidandan sorumluyuz. Ümmetçe yek vücut olup bu tarlayı gül bahçesine çevirmekten mesulüz. Yarın belki çok yakın. Allahû alem... 


GENÇ'ın Yazısı.