Uğurcan Tosun

Hava aydınlıkken gökyüzüne baktığımızda ışıldayan güneşi görürüz. Hava bulutluysa saklanır güneş, sadece sarımtırak bir fener ışığı görünür bulutların ardından. Güneşimizi kapatan beyaz, pofuduk bulutlarda su buharı bulunur. Gökyüzünün deniz gibi olması sadece maviliğinden değil, denizin parçasını içinde taşımasındandır.
 
Havadaki su buharlarını soğuk bir ortama maruz bırakırsak (0⁰C altında bir soğukluk bu, gerçekten soğuk yani) ve yoğunlaştırırsak buz kristalleri oluşur. Bu buz kristalleri mini mini altıgen şekilleriyle havada süzülür ve diğerlerini kendilerine çeker. Böyle böyle karmaşık kar taneleri haline gelir. Kar taneleri sonunda yere inmeye karar verince de kar yağışı olur. Her kar tanesi benzersizdir, doğanın güzelliğidir bu (1).  
 
Kristaller güneş ışınlarını tamamen yansıttığı için beyazdır. Tabii atmosfere saldığımız kirleticilerin rengine göre sarı ve kırmızıya dönüşebilirler. Bu da insanlığın doğanın hediyesine karşılığıdır.
 
Türkiye, ılıman kuşak ile subtropikal kuşak arasında yer alır ve Akdeniz havzasında bulunur. Bu coğrafya bilgisinin nedeni bulunduğumuz iklim kuşağının özellikleri ve coğrafi konumun etkisiyle doğa harikasına, kar yağışına tanık olma şansına erişmemizdir. Ülkemizin sahip olduğu yer şekilleri, denizlere konum, hava kütleleri nedeniyle karın yağma ve yerde kalma süresi, daimi kar sınırı bölgelere ve illere göre farklılık gösterir. Bu da her bölge ve ilin doğa harikasına belirli farklı sürelerde tanıklık etmesine yol açar (2). Ancak bu tanıklık süreleri iklim krizi nedeniyle değişti ve bu değişiklikler değişmeye devam edecek. 
 
Kar yağışı ne yazık ki 1980’den beri dünyanın her yerinde azalma gösteriyor. Bu azalmanın nedenleri; ısı adaları ve iklim krizi (3) … Isı adaları hızlı şehirleşmenin, yani betonun sonucunda ortaya çıktı. Bu şehirleşmeleri besleyecek kaynağı üretmek ve tüketmek için sanayileşme arttı. Havaya, toprağa ve suya artan şekilde kirleticiler bırakıldı. Ve bu kirleticiler dünyanın iklim dengesini değiştirip iklim krizine yol açtı. Yani tek neden var, o da insanlar.
 
Kış mevsimi olarak geçen aralık-ocak-şubat ayları karın yağması için gerekli sıcaklık ve hava koşullarına sahip. Ancak iklim krizi nedeniyle sıcaklık ve yağış normalleri değişti. Bu da mevsimlerin iklim özelliklerinin farklılaşmasına yol açtı.
 
Türkiye, 2020-21 kış döneminde son 50 senenin en sıcak üçüncü kış mevsimini yaşadı. Uzun yıllar ölçülen ortalama sıcaklık 3,6 derece iken bu dönemde 2,6 artarak 6,2 dereceye yükseldi. Ki en sıcak kış mevsimi 2010 yılında ölçülmüştü (4).
 
Dünya genelinde ısı adaları ve iklim krizi nedeniyle 1980’den beri azalmaya başlayan kar yağışı, ülkemizde de doğal halinden farklı bir hale büründü. 
 
Kar yağışlı gün sayısının ve karın yerde kaldığı sürenin az olduğu yerlerde bile kar yağışı görüldü. Kar yağışının ender olarak görüldüğü Ege ve Akdeniz kıyılarında kar yağışlı gün sayısı ve karın yerde kalma süresi artış gösterdi.
 
Aralık ayında kar anca yüksek kesimlere ve doğu bölgelerde yağmaya başladı. Ocak ayına kadar kar yağışı pek olmuyor. Ocak sonu şubat başı başlayan kar yağışı dönemi mart ayında da devam ediyor. Aralıkta yağmayan kar nisanda yağıyor artık.
 
Sanayi ve beton şehirlerinin yarattığı ısı adacıkları içinde yaşıyoruz. Kar yerine kül yağıyor neredeyse. Sanayi bacaları yanardağ ağzı gibi. Çamur yağıyor neredeyse. Cıvık cıvık, yapışkan... Bembeyaz değil artık, sarılı, kırmızılı... 
 
Edip Cansever, Üçlükler şiirinin dördüncü bölümünde şöyle yazmış: 
 
“Neden aklıma geliyor istasyon büfesindeki duruşun
Hava soğudu -kasımın son günleri-
Kar yağacak, bembeyaz olacak unutulmuşluğum.” 
 
Kasımın son günlerinde kar havası... Şimdi aralığın son günlerinde kar havası bulunmuyor. Soğuk havayı bile hasretle bekliyoruz. Unutulmuşluğu örtecek kadar çok kar da yağmıyor, hatta bembeyaz değil. Unutulmuş olacak bembeyaz...
 
“Bir rüya görür gibi gözümde sevinçler var.
Beyaz bir sükut işte: kar yağıyor, kar, kar, kar;
Sanırım ki uçuyor gözümde hatıralar.
Beyaz bir sükut işte: kar yağıyor, kar, kar, kar…”
- Cahit Sıtkı Tarancı
 
Eskiden kar savaşları yapardık. Duvarlarımız olurdu, kalın, güçlü, yıkılmaz. Depomuzu karlarla doldururduk. Uzak mesafelere atacak kadar diri ve toplu yapardık karları. Atmaktan kollarımız yorulurdu. Yorulurdu da ne kadar biterdi ne de mutluluğumuz. Soğuya dayamayıncaya değin oynardık ki bize kalsa hep dayanırdık. Evden çağrılmayla biterdi bu yüzden hep oyunlar. Sonra burunlar aka aka, hapşıra hapşıra geçen günler gelirdi. Bir şurup gelirdi, bir çorba... Ne zaman kendimizi iyi hissetsek atardık dışarı. En başa dönerdik, karlar bitene kadar dönerdik böyle.
 
Yılın bittiğini karlar yağınca anlardık. Karlar getirirdi yıl sonlarını. Soğuktan donmuş akrabalar dolardı eve. Yolların buzundan, trafiğin sıkışıklığından dem vururlardı. Yılbaşı eğlencesine, tatiline gidenlere iç burukluğu ile serzenişte bulunurlardı. Bütün bu söylenmeler bitince masaya oturulur daha da yüksek söylenmelere başlardık. Dışarıda kar yağardı, evin içine güneş doğardı. Karlar getirirdi yılbaşlarını. Yeni parlak, beyaz umutları...
 
Bu zamanlarda kar yağacak mı diye bekliyoruz. Azcık atmaya başlasa heyecan duyuyoruz. Üşütüp hastalanmamak için sıkı sıkıya örtünüyor, kalın kalın giyiniyoruz. O kadar uzun sürüyor ki hiç bitmeyecek gibi geliyor. Dışarıya çıktığımızda tek gördüğümüz ağaçların dallarına serpilmiş birkaç kristal, arabaların üstünü örtecek kadar kalınlıkta beyazlık... Yol kenarındaki yeşilliklerde biraz sulu, yollardaki asfaltta ise oldukça buzlu...
 
Biraz sevinç, çokça hayal kırıklığı ile karşılıyoruz bu manzarayı. Buna bile sevinir olduk. Hiç yağmamasından iyidir sonuçta. En azından kar topu yapacak kadarcık var. Pütür pütür dökülen, bir türlü bütünleşmeyen... Kardan adam yapmaya çalışsak oynayacak kar kalmayacak neredeyse. Kardan adam yapmadan karın tadı nasıl çıkar?
 
“Kar ayrılık hüznüdür ve ne çok
Ayrılıklar yaşandı şu son birkaç yılda
Yurdundan ayrılanları düşünüyorum ve birisi
Özledim diyor, ülkemin kar kokusunu da özledim”
- Ahmet Telli
 
Karın yağmadığı bir yerde yaşamak nasıl olurdu? Karlar içinde yuvarlanmadan... Ağzına, burnuna, kulağına kar suyu kaçmadan, kıpkırmızı kesilmeden hiçbiri... Parmakların büzüşmeden, tir tir titremeden... Ayakların ıslaklıktan donmadan... Paçalarındaki karları eve döküp azar işitmeden eve girmeye çalışmadan... Bütün aile birlikte, hatta bütün sokakla çocuklar gibi şen olmadan... Bunları ve daha fazlasını yaşamadan yaşamak nasıl olurdu?
 
Akrep Nalan’ın Karlar Düşer şarkısını hepimiz biliriz. Ne der şarkıda: ‘Karlar düşer/Düşer düşer ağlarım/Hep ismini/Hep ismini anarım”. Başlıkta da bu şarkıya atıf yapmamın sebebi yazıda belirttiğim gibi artık bu sorunun hayatımızda çokça yer alacak olması: Karlar düşer mi?  Şarkıda vefasız, insafsız sevgiliye sesleniliyor, onun yine de unutulmadığını duyması isteniyor. Bizim hep adını anacağımız sevgili kar olur mu? Ansak rüzgar sesimizi ona ulaştırır mı? Daha fenası adını anacağımız kadar hafızalarımızda kalır mı kar?
 
Kaynakça: 
 
 
2) Günal, Prof. Dr. Nurten. “Türkiye’de Kar Yağışı, Karın Yerde Kalma Süresi ve Daimi Kar Sınırı” (PDF). ActaTurcica Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi. Acarindex.com
 
 
 
Tablo: Claude Monet, The Magpie, 1869.  
 

 


GENÇ'ın Yazısı.