Geliş Nereden, Gidiş Nereye?
Site Özel
1397 okunma
Muhammed Arif Doğan
“Biz gelmedik kavga için,
Bizim işimiz sevda için.
Dostun evi gönüllerdir,
Gönüller yapmaya geldik.”
Ne güzel anlatmış Yunus Emre aslında mevcudiyetimizin sebebini. Özünü kaybetmeye başlamış insanlığın en büyük buhranına 4 dizede ne sade bir reçete yazmış aslında! Peki bu reçeteyi günlük hayatımıza ne kadar sığdırabiliyor ne sıklıkla soluklanıp gidişimizi sorguluyoruz? İlk defa kullandığımız bir yolda navigasyonsuz gitmeye çalışmaya benzemez mi bu? Böyle bir durumda arka arkaya yapacağımız hatalar sonucunda kaybolmamız gayet tabiidir. Mamafih ne kadar çok hatalı karar vermişsek de başvurmamız halinde navigasyonumuz bizi bir şekilde doğru yola iletir!
Bahsettiğimiz yolda, istikamet İslam’dır. Sünnet; o istikamete dökülmüş asfalttır, yol alışımızı kolaylaştırır ve güvenli hale getirir. Navigasyon ise akıldır. Gideceği yönü tayin etmek aklın işidir. Yunus Suresi 100. Ayet der ki “Allah’ın izni olmadan hiç kimsenin inanması mümkün değildir. O, akıllarını kullanmayanları inkâr bataklığında bırakır”. Yani iman, akletmenin sonraki adımıdır. İnsanın aklederek imanı hak etmesi istenmektedir. Nitekim Rabb’imiz Kur’an’da birçok yerde bize “Siz hiç akletmez misiniz?” diye seslenmekte ve sürekli navigasyonumuzu kullanmamızı öğütlemektedir. O halde nefsimize karşı da aklederek özümüzü korumamız icap eder.
Tatlı ve tuzlu iki çeşit su düşünün. Nefis tuzlu suya benzer ki, içende susuzluk hissi azalmak yerine artar ve insanın içtikçe içesi gelir. En sonunda içtiği suyu vücudundan uzaklaştırır, vücudunda kalan tuzlar yüzündense çeşitli hastalıklar baş gösterir. Su, ameldeki zevktir. Tuz ise zevkteki günahtır. İman da tatlı suya benzer ki bir avuç içene dahi nefes verir, gözünün önünü açar. Damla, denize düştüğünde deniz olur. Nefis denizine düşer isek artık onun ta kendisi olur, özümüzü kaybederiz.
Yol metaforuna dönersek, yol üzerindeki trafik ışıkları adalettir. Ne zaman durup ne zaman devam edeceğimize o karar verir. Trafik ışıkları söndüğünde düzen altüst olur. Bu yüzdendir ki Rabb’imiz Kur’an’da adaleti kesin bir dille emreder (Nahl 16/90). Adaletin azı çoğu yoktur. Öyle uygulandığında bunun adı adalet değil, zulüm olur. Etki tepkiyi doğuracak, zulme uğrayan başkasına zulmedecek ve toplumdaki güven ortamı zincirleme bir şekilde yok olacaktır. Öyleyse öz, sadece kişide değildir. Toplumun da özü vardır ve bunun korunmasının yolu düzenden, düzenin sağlanması da adaletten geçer.
İslam merhamet dini, peygamberimiz (SAV) de merhamet timsalidir. Peygamberimiz (SAV)’in görevlendirildiği dönemler, trafik ışıklarının çalışmadığı ve tam bir kaosun yaşandığı dönemlerdir. Nitekim bu düzene karşı çıktığında ona bile yapmadıkları kötülük kalmamış, o ise bunlara hep iyilikle cevap vermiştir. Çünkü merhamet, inanmayan kişinin kalbini İslam’a ısındırmak için çok kuvvetli bir güç ve elzem bir ihtiyaçtır. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır: “Hem sonra iyilik de denk olmaz kötülüğe. Kötülüğü en güzel olan iyilikle savuştur. O zaman bakarsın ki, seninle arasında bir düşmanlık bulunan kimse yakılgan bir hısım gibi olmuştur (Sura/41-43).”
Şöyle ki, bir sütü yoğurt yapmak için önce sütü bir miktar ısıtmak gerekir. Sütü, muhatap kişi kabul edersek onu ısıtacak olan hatalarına karşı gösterilen merhamettir. Süt kıvama geldiğinde içine bir miktar yoğurt katılır. Burada katılan yoğurt senin itikadındır. Eğer sütü ısıtmazsan yoğurt tutmaz, o yüzden merhamet şarttır. Sütü ısıtsan ama içine eklediğin yoğurt, yani senin itikadın, sağlam değilse yoğurt yine tutmaz. O yüzden kişi önce kendine çeki düzen vermelidir. Kıvamı iyi olmayan yoğurt süte katılırsa hem yoğurt hem de süt hiç olacaktır.
Öyleyse ancak kendimizden başlayarak zincirleme bir öze dönüş hareketine sebep olabiliriz. Artık zaman, bu hareketi başlatma zamanıdır. Artık zaman, öze dönüş zamanıdır. Allah; hakkın karşısında vav, zulmün karşısında elif olarak bir ömür geçirmeyi, daima istikamet üzere kalarak nihai hedefimize -onun rızasına- ulaşmayı cümlemize nasip etsin.
GENÇ'ın Yazısı.