Hayriye Halenur Şahin
Artık biliyor kalabalıklar, margarin sağlıksız ve nefes almak ciğer işi. Bu yüzden kekik önemli. Soğukta da atkını almadan çıkma ve her gün yarım saat yürüyüşü sevmelisin, incecik damarlarla beslenen milyon tane hücreni seviyorsan. Kaburgalı, dört odacıklı bir kalbin var, onu da korumalısın. En çok da soğuktan.
Evet, soğuktan koru ki kaskatı kesilmesin. Yoksa çıkamazsın sokağa, karışamazsın caddenin kalabalığına.
İnsanlar kalpleri soğuduğu için mi birbirlerinin arasına karışmazlar, kardeşçe olmazlar? Kalpleri soğuduğu için mi makinalarına sarılırlar evlerinde, avuçlarındaki aletlerle kalpleri soğuduğu için mi uyurlar geceleri?
Sus pus olurlar da, oturdukları rahat koltuklarda kendilerini şaşırtacak, kahkaha attıracak manzaralar izlemek isterler. Sisli bir havada yürümenin vehmini bilir mi koltuktakiler, damarları nasıl hoplattığını hissedebilirler mi?
Korku filmi mi izlemişler? Ah, affetsinler, doğru izlemişler(!). Güneşe sırtını dönüp, aynadan yansıyanla ısınmanın karı ne ola? Isıtabilir mi? Güneşe sırtını dönüp, gölgeyle teselli bulmak ne kadar teselli edicidir? Bilen bilir, yemeğin kokusunu satana paranın şıngırtısı ödenir. İnsan belki de hayat gemisine almayı seçtiklerinin sahte ya da gerçekliği kadar hayatın hakikatini yaşayabiliyor.
Hakikatten söyleyen annelerin, kahraman kıssalarıyla uyuyan çocukları vardı, uykusu gelmeyince koyun hoplatırdı çocuklar. Belki bir kahraman olurlardı rüyalarında. Atlı birer yiğit olurlardı, sürerlerdi atlarını gürbüz dağlara. Onlar sürdükçe yeşillikler artardı. Çürümüş kabuğunu çatlatan tohum göğe sürerdi gövdesini. Hakikaten yiğitlik nedir, uyumadan öğrenirdi çocuklar. Uyuyunca yiğitliğin rüyasını görür, uyanıkken hayal ederlerdi kahramanlığı. Ve üşümezdi kalpleri. Kalpleri ısıtmak için sürerlerdi atlarını.
Anne keki kokusu ve ıhlamur yanında. Biraz dua ve abdestli. Ihlamuru yazın köyden topladın, ellerin değdi onlara. Kekin kokusunda da annenin izi var. Reklamlar anne eli değmiş gibi dese de janjanlı, fosforlu paketlere, anne eli değmedi. Validenin tabağına koyduğu gibi de kimse dizmedi raflara. Sıcak ısıtır kalbi. Muhabbet sıcak, ıhlamur gibi. Güzel koku, dualı bir yemek, dokunabiliyorsak bir çiçek de sıcaktır.
Gözyaşı kalbi ısıtmak için mi ılık akıyordur? Samimiyet en büyük yakınlık ve ılıklık değil midir? Kalp hüzünlenir, göz yaşarır(1). Göz yaşarır; kalp yumuşar, ısınır. Kalbi hafif rüzgârda sallanan bir yaprak kadar rakik olmak kıvamı. Bu kıvam en çok alemin özü olan, varlığın göz bebeği olan insan kalbine yakışmaz mı? Buyuralım, kalplere bir yol peygamber izlerinden; “Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan, fakire yedir, yetimin başını okşa!” (2)
Makinaların da kolaylık verdiğine iyidir diyeceğiz ancak kalbimizi soğuttuğuna, ruhsuz oluşuna cevap olarak fişleri çekebilirsek güneşin parıltısına yüzümüzü dönenebileceğiz.
Bu arada karşıdan karşıya geçerken kulaklığını taktığın için kornayı duymayınca şoför sana içinden bir miktar kızıyor sanırım, ayrıca kuşlar uçuyor, seslerini de duyamıyorsun, rüzgarla hareketlenen yaprakların sonbahar seslerini de duyamadın.
Acaba duysak güzel olmaz mı?
1) Buhârî, Cenâiz 43; Müslim, Fedâil 62. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cenâiz 53
2) (Ahmed, II, 263, 387)
GENÇ'ın Yazısı.