Yazmak, Oksijenidir İnsanın!
Site Özel
1516 okunma
Habibe Nur Erdem
Yazı yazma serüvenim bir günlük ile başladı. İçerisine günümü saati saatine anlatan cümleler yazardım ve onu herkesten saklardım. Günlük, benim için bir sırdaştı. Sevinçlerimi, üzüntülerimi, hatalarımı ona yazardım ve o da beni yargılamadan sessizce dinlerdi. Bunlar pek çok insanda bulamadığımız özellikler maalesef. Günlük yazma işinde disiplinli değildim ama en azından güzel, önemli gelişmelerden haberdar ederdim onu. Büyüdükçe günlüğe yazdığım sorunlar, dertler de büyüdü ve olgunlaştı. Artık sadece kendi küçük dünyamın dertlerinden yakınmıyordum ona. Varoluş amacımdan, hayatın zor imtihanlarından bahsediyordum.
Küçüklüğümden beri hayattaki çoğu şeyi sorgularım. Sonra, şu an içinde yaşadığımız dünyadaki en büyük eksikliklerden birisinin de “sorgulama yetisi” olduğunu fark ettim. Ben de sürekli sorgulama üzerine yazdığım için, onları paylaşmanın faydalı olabileceğini düşündüm. Çevremde internet dergilerine yazılar gönderen arkadaşlarım vardı. Çekinerek ben de gizlice bir tanesine yazımı gönderdim. O zamana kadar yazdıklarımı sadece kendime yazayım istiyordum. Sanat sanat içindir diyerek, yazının sadece kendi ruh sağlığıma iyi gelen kısmıyla ilgileniyordum.
Gönderdiğim derginin yazımı yayımladıklarını çok sonra fark ettim. Şaşkınlık ve sevinç duygularını bir arada yaşamıştım. Sonrasında derginin yazar kadrosuna girdim ve yazılar göndermeye devam ettim. O dergide çok sayıda yazım yayımlandı. Çevremle de bir süre sonra yayımlanan yazılarımı paylaşmaya başlamıştım ve çok güzel geri dönüşler alıyordum. Bu beni şaşırtmıştı. Çünkü yazı konusunda bir anda kendimden o kadar başarı beklemiyordum.
Sonrasında çok yoğun bir dönem geçirdiğim için yazı gönderme işi sekteye uğradı. Ama günlük yazmayı hiç bırakmadım ve günlüğüme uzun zamandan beri “Gelecekteki ben…” diye başlayarak bir nevi bugünümden geleceğe mektup gönderiyorum. Dönüp geriye baktığım zaman kendime çokça öğüt veriyorum aslında yazdıklarımla. Sevinçlerime, üzüntülerime, geçmişteki halime büyümüş olarak bakmak çok farklı bir his.
Yıllar önce yazdığım bir yazıda, yazı yazmayı şu şekilde ifade etmiştim:
“Yazmak, basit bir eylem değil. Yazmak, sözler kaleme aktıkça nefes almak ve ruhun sıkılan odacıklarının ferahlamasıdır. Bundandır kimi insanların içinin doluluğu. Ağzına kadar dolu, ne yaşadıysa diyememiş kimseye. Yaşantısı içine tıkılıp kalmış, yaşadıklarını bir sır gibi sakladıkça yüreğine batıyor. Eline kalemi bir alsa akacak kâğıda yüreğindekiler.
‘Sanat toplum için midir, sanat için midir?’ diye bir soru vardır. Bence sanat öncelikle ve bilhassa kişinin kendisi içindir. Çünkü sanat iyileştirir, ferahlatır. Hele bir kendini iyileştirsin sonra bakacak toplum için olup olmadığına.
Bir yerde okumuştum: ‘Yazı, yazayım diyerek yazılmaz; yazmaya susamak, ihtiyaç duymak ve sonrasında yazmak gerekir.’ Yani belli bir noktadan sonra yazı yazmak bir keyfiyet değil mecburiyet haline gelir. İşte o zaman yazmak, insanın oksijenidir.”
Çoğunlukla yazıya başlamak içteki yazma isteğinden kaynaklanır. Kötü de olsa, iyi de olsa yazmak. Yazmaya başlamak, yüzme öğrenmek gibi. Önce tedirgince, acemice gezdirirsin elini kâğıdın üzerinde. Sonra yavaş yavaş kendini kelimelerin, cümlelerin deryasına bırakırsın. Gerisi malum, açıldıkça açılır içindeki yazma isteği. Hele bir yazmaya başla. Oksijeni keşfeden kişi nefes almayı bırakır mı hiç?
GENÇ'ın Yazısı.