Hatice Korkmaz

“Müminlerin, Allah anılınca, kalplerinin sevgiyle ürperip haşyetle dolacağı, indirdiği Kuran’ın hükümlerine teslim olacağı an henüz gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilen (Yahudiler ve Hristiyanlar) gibi; yıllar, asırlar geçip, araya uzun zaman girip kalpleri katılaşan, vurdumduymaz hâle gelenler gibi olmasınlar. Biliniz ki onların çoğu, yoldan çıkmış, fasık kimselerdir” (Hadid Suresi. 16. Ayet). 
 
Yeni bir yılla birlikte hedefler koyduk kendimize. Bu yıl bazı şeyleri düzeltmenin zamanı geldi diye düşündük. Kimimiz kendine mektup yazdı, kimimiz ajandasına hedefleri belirledi, kimimiz tek tek okumak istediği kitapları yazdı. Artık bu yeni yılda değişmek, düzelmek istiyorduk çünkü. Ama somut olana, görünüre odaklanıp göremediğimiz kalbimizi unuttuk. Kalbi hep geri plana attık. Katılaşıp duyarsız hâle gelen kalbimiz gittikçe katılaştı. Katılaşan, hissiyatı ölen kalbimizi canlandırmanın zamanı gelmedi mi?
 
Ashab-ı Kiram, Medine’ye gelince daha önce geçirdikleri sıkıntıları son bulmuş, daha müreffeh bir hayata kavuşmuşlardı. Aralarında şakalaşma ve gülme biraz fazla olmaya başlamıştı. Allah, müminlerin kalplerinin biraz ağırlaştığını görünce, Kuran’ın nüzulünün başlayışından itibaren on üçüncü senenin başında onları uyardı ve “İman edenlerin, Allah’ı ve Hak’tan ineni zikir için kalplerinin ürpermesi zamanı hâlâ gelmedi mi?” dedi. İbn Mes’ud’dan gelen bir rivayette de şöyle geçer: “Müslüman olmamızla, bu ayetle itab olunmamız arasında sadece dört sene vardır.”
 
Düşünüyorum… Ashab-ı Kiram ne kadar müreffeh, ne kadar bolluk görmüştür ki? Bizim gördüğümüz kadar asla değil. Sahi onlar ne kadar gülmüş olabilirler? Bizim gibi kendinden geçercesine, aklını kaybetmişçesine kahkahalar atıp eğlenceye dalmışlar mıdır? Asla değil. Onların biraz rahata ermesi yetti Rabbimizden bu uyarı ayetlerini almaya. Peki bizim taş gibi olan kalplerimizin bu ayetlere kulak vermesinin zamanı hâlâ gelmedi mi?
 
Allah Ashab-ı Kiram’ı Ehl-i Kitab’a benzemekten nehyediyor. Ehl-i Kitab’ın peygamberleriyle aralarından uzun zaman geçince kalpleri katılaştı. Ne nasihatten ne de cennet vaadinden ve cehennem tehdidinden etkilenir oldular. Allah’ın kitabında değişiklik yaptılar, O’nun hükümleriyle amel etmediler.
 
Düşünüyorum… Biz Müslümanlığımızın kaçıncı yılındayız? Ashab, Müslüman olmalarından dört yıl sonra bu ayetlerle uyarı aldı. Üstelik yanlarında Efendimiz (s.a.v.) vardı. Bizim yaşadığımız zaman ise ahir zaman. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemediğimiz bir zaman. Kalbimizi korumakta oldukça güçlük çektiğimiz bir zaman… O halde bizim bu ayeti her yıl, her ay, her hafta, her gün kendimize hatırlatmanın zamanı gelmedi mi? Ölü kalbimizi Allah’ın ayetleriyle diriltmenin zamanı gelmedi mi? Ölü bir kalp artık nasıl dirilir ki diye soranlara ise Rabbimiz şöyle diyor: “Biliniz ki Allah Teala yeri ölümünden sonra diriltir” (Hadid Suresi, 17.âyet).  
 
Allah, yağmurlarla kupkuru yeri diriltip oraya bereket, canlılık, cıvıl cıvıl bir hayat verdiği gibi O’nun âyetlerini dinleyip hayata geçirmekle de ölü olan kalplerimizi diriltir. Şüphe yok ki yeri dirilten Allah, zamanın geçmesiyle katılaşmış olan kalplerimizi de yeni bir hayat neşesi ile diriltir, taş gibi olan gönüllerimizi yumuşatır. 
 
O halde “Zamanı geldi Rabbim” deyip, kalplerimizi Kuran-ı Kerim ayetleriyle yumuşatmak için bir an evvel adımlar atalım.
 
KAYNAKÇA 
 
*Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili

*Vehbe Zuhayli, Tefsirü’l-Münir


GENÇ'ın Yazısı.