Ömer Akyüz

Heybeme birkaç hakiki söz ve de birkaç samimi ses koydum. Söz ve sesimin gerçek muhatabını aramaya koyuldum. İç çekişmelerin ve hasretliğin ağır bastığı bir noktadan başlıyorum yola. Tıpkı bir doğum sancısı gibi yeni bir güne, yeni bir mekâna ve yeni bir düşe doğmaya niyet ettim. Bu yol söz ile ilk yola çıktığım ve ses ile de ilk vardığım yer değildi. Daha başka, bambaşka bir âlem bu. Daha derûnî, daha samimi ve daha hakiki bir yol bu. Tarifi zor fakat kavuşmanın getirdiği lezzet çok daha muazzam. 
 
Yaralıyım ve hala ayaktayım; yorgunum ama hala yürüyorum. Yaraya ve yorgunluğa merhem olan bir yol bu. İnkar ve kabul etmenin arasında ince bir çizgidir. Hassas dengeler ile dizilir tüm yol. Dile gelmeyen sözün ve O’na varmayan sesin en nahif noktası gönülde biriktirilir. Sessizce beklenir orada ama daha fazla hasret ve daha çok acı verir “ben”e. Sabretmenin en tuhaf hali yaşanır orada. Elimi uzatsam dokunur, sesimi yükseltsem sözüm varır oraya ama nafile. Öyle bir uğraş ki bu, zamana karşı yarışmaya benzer. Ulaştım derken daha da uzaklaşmanın getirdiği bir sancıdır bu. Dokundum dersin ama hayalden öteye gitmeyen bir yoldayım şimdi. Düşler ülkesinden sesleniyorum: “Sesimi duyan var mı?”.
 
Kaçtığı yerden yeşerir insan. Yeniden, yeni bir vücut halini alır. Sır perdesi kalkar bir an, sisin verdiği bulanık çekilir bir kenara. Yeniden dirilişin yüreklerde harlandığı ateşin en bereketli zamanına denk gelir. Söze en fazla itimat edildiği yere vardım. Ne bir keder ne de bir şekvâ var burada. Gönül dili servis edilir herkese. Bir noktadan başlanır, tüm kâinat haberdar olur bu etkiden. Hakikat ile hemdem olmanın inceliği işlenir burada. Tıpkı güneşin her sabah bizi selamladığı gibi. Her gece ayın bizi örttüğü bir yorgan gibi sımsıcak sözlerle hâl üzere olunur. 
 
Neredeyim ben, gördüklerim bir rüya ise neden hâlâ uykudayım. Uyanmam gerek, bir dokunuş lazım bu noktada. Bu dokunuşun verdiği etki beni “ben” yapan mekâna götürsün. Benimle hemdem olsun sözüm. Yola sözüm ile devam edeyim. Ta ki varsın ebede, bir hakikat uğruna. Öyle bir dokunuş olsun ki maddî olana değil, mânâ dedikleri âlemden selam vereyim. Güneşin aya olan nezaketi gibi sabah doğup akşam vefa ile eve döneyim. Bu böyle bir dokunuş işte. Nasip hâlinin en samimi vaktini doğurmalıyım. Tam vaktinde yola devam edeyim. Evimden, toprağımdan ve gönlümden geçiyorum bu kez. Sözüm benden dışarı “ben”i aşıyor, toplayabilen var mı? 
 
Yolun sonuna vardım. Bir şarkıya ahenk tutmaya benziyor. Aynı yolda yorulanların dinlendiği yerde, dualarda nefes alıyorum. Esaslı bir çorbada bir avuç tuz gibi ince ve dengeli bir kıvamda pişiyor gönlüm. Nasıl olur bu, ne demek bu şimdi? Ne yani, oldu mu bu? Vardım mı gerçekten? Nereye ama? Düşler ülkesinden mi çıkıyorum, yoksa ebedi olarak buraya nam salmış hakiki sözden bir söz ve menzile varan seslerden bir ses mi oldum? 
 
Vazgeçmek ve koşmak arasında gidip geliyorum. İnanmak istiyorum. Güvenmek ve dönüşmek istiyorum. “Ben” ile dönüşümün en ince noktasını hissetmek istiyorum. Gözüm arkada kalmasın, göz göze gelmek istiyorum. Dokunmanın ötesinde içimde hissetmek ve yeniden dirilmek istiyorum. Ömrü tükettikçe tükendiğimi ve bedenden ruhuma doğru bitik bir hâli yaşıyorum. Yeniden doğmalıyım;  yeni bir sancının, yeni bir hasretin, yeni bir kavganın pençesine takılmak istiyorum. İyileşir umuduyla yaralarım için yol almak istiyorum. Yola derman bir yolcu istiyorum, yol olsun bana ve en çok da yoldaş olsun şu kısacık hikâyemde. 


GENÇ'ın Yazısı.