Antigone
S. Bilgehan Eren
Herhâlde tragedyanın başarısı, insanlık durumuna dair tüm çatışmaları kendinde toplaması ve insanoğlu yaşadığı müddetçe de bunların değişmeyecek olmasıdır. Kadın-erkek, yaşlı-genç, toplum-birey, sağ-ölü, insan-tanrı… Diğer taraftan “Antigone” sadece ontolojik değil, aynı zamanda felsefî (soyut) karşıtlıkları da barındırır. Adalet-ceza, ilâhî yasa-insanî yasa, yöneten-yönetilen gibi…
“Körler yollarını ancak bir rehberin elini tutarak bulabilirler.”
Sophokles M.Ö. 5’inci yüzyılda yaşamış, Antik Yunan’ın Eshilos ve Evripides ile üç büyük tragedya yazarından birisidir. Zengin bir silah tüccarının oğlu olarak dünyaya gelen Sophokles yaşamını Atina’da sürdürmüş, Atina şehir devleti için birçok resmî ve askerî görevlerde bulunmuştur. Kaynaklara göre yüz yirmi üç oyun yazdığı ama bunlardan sadece yedisinin günümüze ulaştığı bilinmektedir. Bunlardan biri de “Antigone”dir. Her biri bağımsız bir oyun olan, Thebai üçlemesinin sonuncusu “Antigone” dünya edebiyatında ilk direniş oyunu olarak anılmaktadır.
İBB Şehir Tiyatroları’nın yeni sezon repertuvarında yer alan ve Eylül 2021’den itibaren sahnelenmeye başlanan “Antigone”, Sabahattin Ali’nin çevirisini temel alıp, Sophokles’in ana metnine sadık kalmaya çalışılarak aynı zamanda oyunun yönetmeni de olan Engin Alkan tarafından uyarlanmış. Bu anlamda da yaklaşık 2500 sene önce yazılmış ve tarihin seyri içerisinde farklı milletlerce, belki yüz binlerce kez sahnelenen, hatta farklı farklı uyarlamalarla sahnelenen oyunun izlediğimiz versiyonunda yaşadığımız çağı-günleri düşündüğümüzde, onlarca güncel meseleyi ve mesajı barındırdığını söylemek abartı olmayacaktır.
Oyundaki temel karşıtlığı daha çok kadın-erkek, aile-devlet, yöneten-yönetilen ekseninden ele alan bu uyarlamanın; hak arama mücadelesine, sivil itaatsizlik eylemine, iktidar-erk karşısında bireyin çelişkilerine ve özellikle kadınların mücadelesine odaklandığını söyleyebilmemiz mümkündür. Bu anlamda (sadece metin olarak değil), sahne tasarımı ve oyun süresince yansıyan görüntüler ve fon müzikleri de yönetmenin muradını izleyiciye yansıtmaktadır. Evlerden arabalara, elektrik direklerinden koltuklara kadar her şeyin eğik olduğu bir dekor, adaletsiz bir sistemin tepetaklak gidişini sembolize ederken, oyunda özellikle (ki bu kısım elbette tamamen uyarlama ile ilgili) kadın haklarına ve cinayetlerine de mümkün olduğu kadar dikkat çekilmek istenmiştir. Sanatın bir anlamda, subjektif bakış olma özelliğini düşündüğümüzde, yönetmeninden oyunculara kadar, “Antigone”nin bu uyarlamasında emeği geçenleri tebrik ediyoruz.
Bu vesileyle, 2500 yıldır sahnelenen oyunun geneliyle de ilgili birkaç şey paylaşmak yerinde olacaktır. Herhâlde tragedyanın başarısı, insanlık durumuna dair tüm çatışmaları kendinde toplaması ve insanoğlu yaşadığı müddetçe de bunların değişmeyecek olmasıdır. Kadın-erkek, yaşlı-genç, toplum-birey, sağ-ölü, insan-tanrı… Diğer taraftan “Antigone” sadece ontolojik değil, aynı zamanda felsefî (soyut) karşıtlıkları da barındırır. Adalet-ceza, ilâhî yasa-insanî yasa, yöneten-yönetilen gibi… Hatta burada felsefe içinde kadim bir tartışmanın mevzusu olan Hegel’in “Tinin Görüngübilim”inde “Antigone” üzerinden tahliller yapması ve fikrî açılımlar getirmesi, düşünce tarihi içinde oyunun kendisinden daha çok Hegel’in bu yaklaşımının konuşulmasını ve üzerine yeni değerlendirmelerde bulunulmasını da göz önünde tutarsak, “Antigone”nin sadece sanatsal bir metinden öte; politik, semantik, dilbilimsel ve felsefî değerini de vurgulamış oluruz. Hegel; ilâhî yasa-insanî yasa, aile-devlet, kadın-erkek karşıtlıklarını diyalektik olarak ele almış ve ilk kez derli toplu bir kuram içerisinde ifade eden filozof olmuştur.
Oyun hakkında genel bir malumat vermemiz gerekirse, tragedyaya adını veren “Antigone”, eski kral Oidipus’un kızıdır. Erkek kardeşleri Polyneikes ve Eteokles babalarından tahtı ele geçirmiş, babalarının ettiği bedduadan sakınmak için de oldukça hassasiyet göstererek, her biri tahta birer yıllığına çıkmakta ve zamanı gelince de diğer kardeşe bırakmaktadır. Fakat günün birinde Eteokles kendisini yeterli derecede güçlü hissederek, sırası geldiği hâlde hükümeti kardeşine devretmez. Argos şehrine kaçan ve oranın hükümdarının kızıyla evlenen Polyneikes, topladığı orduyla Thebai şehrine yürür ve kardeşiyle savaşır. Polyneikes’in ordusu savaşı kazanamaz lâkin iki kardeş, attıkları mızraklarla birbirlerini öldürürler. Şehrin hükümdarlığı ise dayıları Kreon’a geçer.
Kreon, Eteokles için kahramanlara lâyık bir cenaze merasimi yaptırırken, tellallar vasıtasıyla Polyneikes’in cesedinin savaş meydanında bırakılmasını ve vahşi hayvanlara terk edilmesini emreder. Hain ilan ettiği Polyneikes’e saygı duyup onu gömmeye çalışanların da ölümle cezalandırılacağını söyler ve cesedinin başına da muhafızlar koyar.
Böyle bir emir, hem Atinalıların genellikle kabul ettikleri âdet ve kanunlara aykırı, hem de kız kardeşinin oğlu gibi yakın bir akrabasına ve şehrin eski hükümdarına, hakkı olan tahtı, silah ile elde etmeye çalıştı diye açık bir saygısızlıktır. Böyle bir tutum aynı zamanda Atina tanrılarına karşı da büyük bir suçtur. Zira tanrılar ölülerin gömülmesini herkes için, özellikle de ölünün akrabaları için kutsal bir vazife sayıyorlardır. Kreon’un mânâsız bir gurur ve ihtirasa kapılarak ilan ettirdiği yasak, şehirde genel bir memnuniyetsizliğe yol açar. Kız kardeş Antigone ise bu haberi duyar duymaz, “Dirilerden çok ölülerin hoşuna gitmek isterim çünkü onların yanında sonsuza kadar kalacağım” diyerek, Kreon’un emrini hiçe sayıp, her tehlikeyi göze alarak kardeşini gömmeye ve ona karşı kutsal kardeşlik vazifesini yapmaya karar verir. Ve böylece “Antigone” tragedyası (karşıtlıklar) da tam olarak buradan başlar.
Bu noktadan sonra Kreon hükümeti; devlet erkini, otoriteyi, şehrin savunulmasını, ulusu, yurttaşı (burada bir şerh, Atina demokrasisinde kadınlar yurttaş olarak kabul edilmiyorlardı), insanî yasayı; Antigone ise sivil toplumu, aileyi, evi, etik görevleri, inancı, kan bağını, ilâhî yasayı temsil ederken; bizi de sorularla baş başa bırakır: Hangi hayat daha anlamlıdır? Toplumun kurallarına uygun etik bir hayat için canını feda etmeyi göze almak mı, yoksa ülkenin sükûneti için yönetimin kurallarına uymak mı? Hayatın anlamı hangi ölçülerdedir? Yahut yasalar eşittir adalet midir? Ve son olarak, peki ya kâhin Teiresias’ın “Körler yollarını ancak bir rehberin elini tutarak bulabilirler” dediği rehber(ler) kim(ler)dir?
Oyunun son cümleleriyle, “ortak akıl-ortak vicdan” diyebileceğimiz, tragedyanın “koro”suyla noktalayalım:
“Ey insanlar! Temkinli bir akıl, mesut olmanın birinci şartıdır. Tanrılara saygı göstermeyi asla unutma! Gurura kapılanlar, büyük sözlerin cezasını ağır darbeler yiyerek çekerler.”
GENÇ'ın Yazısı.