İşgalci İsrail`in Uyguladığı Psikolojik Şiddet
Site Özel
1159 okunma
İrem Cevher
İşgalci İsrail’in uyguladığı psikolojik şiddeti incelemeden evvel hakkında bilgi sahibi olmamız gereken iki kelime vardır. İşgal ve psikolojik şiddet… İşgal, kelimesinin sözlükteki karşılığı bir kişiyi yaptığı işten alıkoyma, vaktini alma veya başkasının elinde bulunan bir toprağı ele geçirme şeklindedir.
Psikolojik şiddet ise literatür anlamı olarak hepimizin bildiği “mobbing” kelimesine eş sayılabilir. Bezdirme, yıldırma, sosyal zorbalık uygulama, psikolojik taciz, baskı veya psikolojik şiddet anlamları taşımaktadır. En iyi ve en anlaşılır ifade şekli ile psikolojik terör diyebiliriz.
Psikolojik terör, bir kişiye veya küçük bir gruba uygulanabileceği gibi büyük gruplara da uygulanabilir. Hatta küresel boyutta bir ulusun bir ulusa karşı da uygulayabileceğini söyleyebiliriz.
İşgalci İsrail devleti bu duruma verilebilecek en güzel örneklerden biridir. 1948’de resmen kurulmaları (!) üzerine şiddetlenen her yönlü savaş, katliam, sürgün, esaret taktikleri ile adeta bir halkı (Filistinlileri) yok eden soykırıma dönüştü. Bu durum Filistin halkını ve onlarla birlikte tüm Müslümanları derinden etkilemiştir. Psikolojik şiddete maruz kalan bireyler ve ulusların iki tür davranış sergilemeleri beklenmektedir. Başkaldırı ya da kabulleniş…
1987’de başlayan ve I. İntifada olarak isimlendirdiğimiz halk ayaklanmaları baskıya, eşitsizliğe, dayatmalara ve yaşanan psikolojik şiddete bir başkaldırı olarak kabul edilmesi doğru olacaktır.
1993 Oslo Anlaşması ile Filistin halkının bağımsız bir devlet olma haklarının ellerinden alınması üzerine halk 2000 yılında (Aksa İntifadası) yeniden ayaklandı. Filistinliler birçok şehit vermiş ve maddi-manevi kayıp yaşamış olsalar da bu ayaklanma sosyal güdülenmeye sebebiyet vermiş ve Filistin halkına sosyal güç katan bir başkaldırıdır. 2005 yılında İsrail’in Gazze’den çekilme kararı ise bu sosyal ve siyasi başarının en güzel örneklerinden birisidir. Ancak İsrail’in bu durumu kabullenmesi ve yapacak olduğu her türlü şiddetten geri duracağını düşünmek ancak hayali bir ütopya olabilirdi. Siyasi, askeri ya da politik anlamda güç yetiremediği durumlarda devreye yıldırma politikalarını ve psikolojik şiddetin en bariz örneklerini koymaktan geri durmamaktadır. Bilhassa Gazze özelinde psikolojik şiddetinin dozunu arttırmış ve adeta psikolojik bir yıkıma başvurmuştur. Ne yazık ki günümüzde de bu politikasına devam ettirmektedir.
Birkaç örnek sayesinde zihninizdeki şemaların somutlaşması ile var olan siyasi ve askeri yaptırımların yanında psikolojik savaşın da farkında olmamız kolaylaşacaktır.
-Gazze şehri Akdeniz’e kıyısı olan bir liman şehridir en büyük gelir kaynağı balıkçılıktır. İşgalci İsrail, balıkçılık faaliyetiyle ilgilenenlerin denize açılma millerine (uzaklıklarına) sınırlandırmalar getirerek halkı kısıtlamaktadır. Verimli alanlara açılmalarına engeller koymaktadır. Bu durumda Gazze halkının ekonomik olarak zayıflamasına sebebiyet vermektedir. Ellerinde var olan imkânı kullanmaları konusunda kısıtlamalarla karşılaşan insanların ‘yetersizlik hissi’ yaşayacakları aşikârdır. Yeterli balığı tutup günlük kazancını kazanamayan bireylerin ailelerine karşı sorumluluklarını yerine getirememelerinden dolayı özgüvenlerinde kırılmalar ve öz benliklerinde zayıflık, Gazze’ye karşı aidiyet duygularında azalmalar yaşanması da olasıdır.
-Gazze şehrine giriş ve çıkışın yasaklanmasıyla şehir adeta açık hava hapishanesine çevrilmiştir. Gazze’nin dünyaya açılan kapısı olarak ifadelendirdiğimiz Refah Kapısı’nın da kullanıma kapatılması ile durum iyice vahimleşmiştir. Bunların yanı sıra Mısır Hükümeti’nin işgalci İsrail yanlısı tavırları sebebiyle silah ve gıda yardımına ulaşabildikleri yer altı tünelleri de kullanıma kapatılmış ve içleri doldurulmuştur. Bu durum şehrin ve ülkenin genelinde öfke duygusunu pekiştirmekte ve psikolojik sağlamlıklarına ciddi zararlar vermektedir.
-Psikolojik terörün sadece Gazze’de var olduğunu düşünmek yanıltıcı olacaktır. Filistin geneline yayılan birçok örnek durum mevcuttur. Bunlardan belki de en yıkıcı etkiye sahip olanlardan birisi, İşgalci İsrail’in Filistin halkına kendi elleriyle evlerini yıkmak zorunda bıraktıran kararlarıdır. İnsan haklarıyla taban tabana zıt kararlar alan işgal hükümeti bu kararları uygulamaktan da geri durmamakta ve Filistinli halka her taşında alın terleri olan evlerini kendi elleriyle yıktırmakta üstüne de bu yıkım karşılığında Filistinlilerle dalga geçercesine abartılı miktarlarda hizmet bedeli taksili yapmaktadır. Bu durum hem maddi hem de psikolojik yıkıma bir örnektir.
İşgalci İsrail’in bu yaptırımı ile Maslow’un ihtiyaç hiyerarşisinin de önemli bir parçası olan güvenlik basamağı ihmal edilmekte ve bireylerin aidiyet duygularına zarar verilmektedir. Evlerinden edilen Filistinlilerde öfke duygusu oldukça artmakta, yüksek kaygı düzeyi sebebiyle yaşamlarında varoluşsal problemler yaşayabilmekte, özgüven problemi, özbenlik saygınlığında düşüş, saldırgan davranışlarda artış gibi birçok psikolojik sıkıntı yaşanmaktadırlar.
Bu yaptırımın sonucunda göçe zorlanarak belki de başka bir ülkeye mülteci olarak yerleşmek zorunda kalmaktadırlar. Bu durumda beraberinde birçok uyum sorunu doğurmaktadır. Yeniden hayat inşa edebilmenin kaygı dolu süreci içine tutunacak dal bulamayan birçok insanın daha saldırgan ve yıkıcı davranışları içinde bulunduğunu, öz saygınlıklarında ciddi seviyelerde düşüş yaşadığını söylemek yerinde olacaktır. Kişinin hakkı olanın elinden alınmasıyla yaşayacağı öfkeyi de bu sorunların en tabii sebebi olarak gösterebiliriz.
-İşgalci İsrail psikolojik yaptırımlarını sadece Filistin’e karşı uygulamamaktadır. İlk başta da belirttiğimiz gibi psikolojik şiddet ulusal boyutta da olmaktadır. Buna en yerinde örnekte Türkiye’ye ve Türk vatandaşlarına karşı uygulanan ‘Kudüs’ü yılda bir defa ziyaret hakkı’ yaptırımıdır. Bu çok net bir şekilde siyasi bir yaptırım olmakla birlikte ulusal boyutta bir psikolojik terördür.
Türk vatandaşları bu yaptırım karşısında ikinci sınıf vatandaş olarak sınıflandırılmaya çalışıldıklarının ve Beyt’ül-Makdis ile olan kalbi aidiyet duygularına dem vurulmak istendiğini anlamakla mükelleftir. İşgalci İsrail, geleceğin Beyt’ül-Makdis fatihi (inşaAllah) olabilecek potansiyelde gördüğü ülkemizi bu yaptırımla ulusal boyutta aşağılamakta, manevi değerlerimize sahip çıkma duygumuza zarar vermekte, milli saygınlığımızı azaltmaya ve milletçe Filistin ile kurmuş olduğumuz sosyal bağlara zarar vererek özümüze ait olan mukaddesatımızdan ayrı düşürmeyi hedeflemektedir. Bu durumun farkında olarak ziyaretlerimize özen göstermeli, psikolojik ve duygusal bağ kurabilme fırsatını kovalamalıyız.
Örnekleri çoğaltmak mümkün ancak bu kadarının da genel itibari ile işgalci İsrail’in psikolojik savaş cephesini gözler önüne sermekte yeterli olduğunu düşünmekteyim. Bir Müslüman’ın bunları görebilme ve bunlarla ilgili gerçekçi çözüm önerileri üretebilme yetileriyle dolu olması gerektiğine inanarak elimizden geleni yapmaya başlamamıza vesile olmasını temenni ediyorum.
GENÇ'ın Yazısı.