Kamile Nur İlik

İletişim insan hayatının en temel mekanizmalarından biridir. Gerek ruhsal gerekse bedensel olarak bir ihtiyaç olmakla beraber günlük hayatımızda da en etkili fiillerimiz arasında yer almaktadır. İletişim kadar etkileşim de önemlidir. Bu etkileşim yalnızca sözcükler ve dil yoluyla değil; beden ve hâl yoluyla da sürdürülmektedir. Atasözümüzde de bahsedilen: “Âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” tespiti, etkileşimde öne çıkan hususun lisân-ı hâl olduğunu belirtmektedir. Nitekim yapılan araştırmalarda beden dilinin %60 oranda tesir gücü kanıtlanmıştır. Bir arap atasözü de der ki: “Lisân-ı hâl, lisân-ı kâlden entaktir.” Lisân-ı hâl, kâlden (sözden) daha etkilidir yani mûteber olan lisân-ı hâldir.

İnsanlar arası etkileşimde lisân-ı hâlin inkâr edilemez tesirinin gerek dînî gerekse sosyal hayatta bıraktığı izlere bakmamız konuyu diğer yönleriyle de kavramamız açısında önemli. Yıllarını okumaya ve öğrenmeye vermiş birini düşünelim, en üst düzey bilgilere vâkıf olmuş olsun. Elbette ki bu kişinin elde ettiği bir yığın bilgiyi hem aktarması hem de bu bilginin gerektirdiği tavır ve davranış içerisinde olması beklenir. Şayet inanmadığı ve uygulamadığı birtakım hususiyetleri insanlara aktarması gerçekçi olmamasının yanı sıra o anda söylenmiş bir kâlden (sözden) öteye gidemeyecektir. Nitekim Cuma suresi 5. âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hakk şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine Tevrat’ (ın emirlerini yerine getirme görevi) yüklenip de sonra taşımayan (onunla amel etmeyen)lerin durumu, tıpkı (bilinçsizce) ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlayan (ve Kitâb’ın emirlerini hiçe sayan)ların durumu ne kötüdür. Allah zalimler gürûhunu doğru yola (hidayete) erdirmez.” [Feyzü`l Furkan]
 
Yani şurayı doğru anlamamız şart; bilmek yaşamayı kaçınılmaz hale getiriyor. İlimler; âlimlerimiz, Allah dostları ve kıymetli hocalarımız vesilesiyle bizlere kadar ulaştırılarak hadis-i şerifte de “İlim talep etmek/ öğrenmek her Müslümana farzdır.” [İbn Mace, Mukaddime, 17] buyurulduğu üzere her kul için farz kılındı. Yaşamak ise öğrendiklerimizin şükrünü îfâ etmek, ilmimizin zekatını vermek yani bir bilmeyene aktarmayı gerektirmesi hasebiyle gönüllülük esasına dayanmakla beraber örneklik görevi bulunan biz kullar üzerinde bir zorunluluktur. 
 
Bilmek ve yaşamak hususunda da şüphesiz en müşahhas örneğimiz, Ahzâb Sûresi 21. âyet-i kerîmede de buyurulan اُسْوَةٌ حَسَنَ yani ahseni takvim Fahri Kâinat Efendimiz Hazreti Muhammed’dir. O’nun biz ümmetine bıraktığı Kur’an ve sünnetine sımsıkı sarılmak ve ahlâkı ile ahlâklanmak… Cenâb-ı Hakk’ın (c.c.) ve Habîbi’nin (s.a.v.) nûru ile donatılmış kâl (söz) dilimizin, dışa yani hâle yansıması, güzel ahlâkı ortaya çıkarır. 
 
İşte tasavvuf ilmi, tam olarak burada anlam kazanıyor. Bünyemizde barındırdığımız, yüklendiğimiz bilgileri hâle yansıtabilmek için tasavvuf, manevî bir terbiye metodudur. Osman Nûri Topbaş Hocaefendi’nin cümleleri bu husûsu açıklar nitelikte: “İnsanı insan yapan, beyin ve kalp fonksiyonlarıdır. Sadece beyne yüklenilip kalp âlemi ihmâl edildiği zaman, insan belki iyi bir dünya adamı olur. Lâkin ince, rakîk bir mü`min olabilmek için kalbin de hamur gibi yumuşaması, incelmesi ve hissiyât derinliğine bürünmesi zarûrîdir. Kalbi bu kıvamda çalışan bir mü`min için her şey “hâl lisânı” ile konuşur.” [Osman Nuri Topbaş, Son Nefes]
 
Velhâsılı kelâm; Allahu Teâlâ’nın Bakara suresi 30. âyet-i kerîmede: “Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım.” [Kur`an Yolu] şeklinde buyurduğu insanoğlunun tebliğ ve temsil görevinin usûlü, bilginin gönlümüzde zenginleşmesi ve bedenimize yansımasıdır, kâli (sözü) hâl ile desteklemek ve hatta kâle (söze) ihtiyaç duymaksızın hâl ile anlaşılmaktır. Sözlerime Mevlânâ Hazretlerinin bir sözü ile son vermek isterim. “Dilsizlerin dilini, dille ifade edilemeyecek sırlara sahip olanlardan sen can dilini öğren!” 


GENÇ'ın Yazısı.