Feyza Tunç

Dış dünyamızla paralel gelişme hızı göstermeyen iç dünyamız sık sık elimize yüzümüze bulaşıyor, canımızı sıkıyordu. Her sabah gözümüzü açtığımızda yeni bir gelişme ile karşılaştığımız; güncellemelerle yoğrulduğumuz, bilgiden bilgiye; görüşten görüşe mekik dokuduğumuz bir dünyada, iç dünyamızda olup biten her şeyi ağırdan almamız gerekiyordu.
 
Musluğu kaldırdığımızda sular akıyor, düğmeye bastığımızda her yer aydınlanıyor, bir tuşla her şey halloluyor; psikolog "zamanla" diyordu. Dünyanın bütün müzikleri tek bir kutudan yükseliyor, bütün haberleri bir kaydırışta, bütün yüzleri tek dokunuşta görülebiliyordu. Ama sevmek-sevilmek emek istiyor, başarı fedakarlıktan doğuyor, özgürlük sorumlulukla kol kola yürüyordu.
 
İki parmağımız arasında yüzler, sözler, hayatlar dileğince yakınlaşıp uzaklaşma konforundayken; konfor alanından çıkmak ve yakınlaşmak zordu bir kalbe... Ne korkutucu! Evlerimiz, işlerimiz, hayatlarımız sigortalıyken; önce boyumuz, zekâmız sonra hayallerimiz ölçüldü. Ah! O sözlerin acısını içimizden atabilmek bir ömür sürdü. 
 
Oturduğumuz koltuktan evimize giren bir paket, bin kilometre öteye iki bilet, aklında ne var ne yoksa hemen ilet! Ama hiç de çabuk değildi; büyümek, yüzleşmek ve bunu bilmek. 
 
İşte tüm bu zıtlıklar ortasında yaşam, ihtimam, imtihan dediğimiz;  hiçbir şey için sabretmek zorunda olmadığımız ancak sabredenlerden olmak zorunda olduğumuzdu.


GENÇ'ın Yazısı.