“Her ne kadar 200 yıllık geçmiş biçimsel olarak biliniyor olsa da Tevrat’ın yazıldığı ve literatür olarak Yahudilerin dünyasına girdiğimiz günden itibaren bunun işlendiğini, bunun arka planında zihinsel bir alt yapısının olduğunu, ‘siyon’ kavramıyla ifade edildiğini söylemek mümkündür.”

Söyleşi: Muharrem Güneş

Konuşan: Şehadet Taş
 
 
“Siyonizm ve siyonistin ne demek olduğunu bilmek için önce ‘siyon’un ne olduğunu bilmek gerekir” diye bir ifade okumuştum hocam. Bu kavramların ne olduğunu izah eder misiniz? 
 
Siyonizm gibi günümüzde en sık kullanılan ve bilinmesi gereken bir kavramın ideolojik kökeninden önce kavramsal arka planına bakmak gerekir. Çünkü siyonizm kavramı aslında ideoloji haline gelmiştir. Bunun arka planında çok uzun bir süreç var. Dini, kültürel ve modern anlamda Yahudilerin yaşadığı gelişmelerin arka planı var. Bütün bunları dikkate alarak şunu söyleyebiliriz: Siyonizm’deki anahtar kelime “siyon”, Kitabı Mukaddes’te toplamda 160 kez geçiyor. Bunun 153 kez tekrarı Eski Ahit’te geçiyor. Yeni Ahit’te ise 7 kez tekrarlanıyor. Eski Ahit’te özellikle Yeşeya ve Mezmurlar kitaplarında çok yoğun bir şekilde işlendiğini görüyoruz. Örneğin Mezmurlar’da, “Siyonda oturan Rabbi ilahilerle övün.” cümlesiyle siyon’un “Tanrı’nın evi” olduğu anlaşılıyor. Aynı şekilde Yeşeya’da da birçok halkın geleceği, “Haydi Rabbin dağına, Yakup’un Tanrı’sının tapınağına çıkalım.” diyecekleri ifade ediliyor. Dolayısıyla Yehova, Yahudi Tanrı’sının tapınağı olarak siyonu işaret ediyor. Bugün Yahudilerin çok kullandığı bu kavramın inandıkları Kitab-ı Mukaddes ve Tevrat’ın Eski Ahit bölümü içerisinde çok kez tekrarlanan, Yahudilerin geçmişten bu yana bütün literatüründe yer alan bir kavram olduğunu görüyoruz.
 
Aslında Filistin’in, Kudüs’ün ilk yerlileri olan Yebusilerin Kudüs’ün kurucuları olduğunu biliyoruz. Henüz İsrailoğulları’nın Kudüs’e yerleşmeden önceki sürecinden bahsediyorum. Kudüs’ün yüksek bir hâkim tepede olması, şehrin surlarla çevirili olması nedeniyle bölgenin ilk sakinleri olan Yebusiler, “kalkan” anlamına gelen siyon kavramını kullanmışlardır. Ama Yebusilerden şehri ele geçiren İsrailoğulları, Davud’un krallığı ile birlikte “Davud’un şehri” anlamını yükleyerek siyon kavramını kullanmaya devam ettiler. Tevrat’ın da tahrif edilmiş şeklinin çok sonradan yazıldığını dikkate alırsak siyon kavramının bu şekilde Yahudilere ait bir kavrama dönüştürüldüğünü söyleyebiliriz.
 
Hz. Davut şehri kurduğu zaman şehri, “İr David” yani “Davud’un Şehri” olarak isimlendirdiler. Bu isimlendirme Samuel’de geçer: “Kral ve adamları Uruşalim’e Yebusilerin yanına gittiler.” Kitabı Mukaddes’i okuduğunuzda, “Davud, siyon kalkanını ele geçirdi” şeklinde ifadelerle karşılaşırsınız. Dolayısıyla Yahudilerin dini literatüründe Kudüs’ün güneybatısında bulunan dağın ismi de Siyon’dur. Moria Dağı, Tapınak Dağı veya İngilizcede Mount Zion olarak da isimlendirirler. Tam olarak bizim Mescid-i Aksa’mızın konumlandığı tepenin üzerine eş gelen bir kavram olarak “Tapınak Dağı” ismini verirler ve tarih boyunca süreç içerisinde Zion Dağı bu şekilde Siyon Dağı olarak isimlendirilmiştir.
 
Kitabı Mukaddes’te sadece Tevrat ve Tevrat’ın ek kitapları yok, aynı zamanda Yeni Ahit ve İncil de var. İncil’in olduğu sayfalarda da aynı şekilde Tanrı’nın krallığı “Kutsal Şehir” olarak Kudüs’ün kastedildiğini görüyoruz ve siyon kavramı bunun yerine kullanılıyor. Örneğin Romalılar kitabında, “Kurtarıcı Siyon’dan gelecek ve Yakub’un soyundan tanrısızlığı uzaklaştıracak.” şeklinde bir ifadenin geçtiğini görebiliyoruz. Demek ki, dini literatürde yoğun bir şekilde yer alıyor. Buradan yola çıkarak ideolojik olarak buna bir anlam verirsek Yahudilerin tarih içerisinde Kudüs’e duydukları özlemi siyon kavramı ile özdeşleştirdiklerini, vaat edilen topraklar (Arz-ı Mev’ud) idealinin siyon kavramıyla isimlendirildiğini, varlığı iddia edilen Süleyman Mabedi’nin Siyon Dağı’nda yeniden inşa edilerek Yahudilerin onun etrafında toplanması olarak bir ideal belirlediklerini ve bunu modern anlamda bir ideolojiye dönüştürdüklerini görebiliriz. Yani bu, dini bir kavramın araçsallaştırılarak modern bir ideolojiye dönüştürülmesi olarak ifade edilebilir. 
 
Filistin topraklarına yeniden dönme arzusu da siyon kavramı ile kullanılmıştır. Bunu modern olarak yakın tarihte birtakım söylemlerden Yahudilerin dindar olmayanlarında görebiliyoruz. Biliyorsunuz ki, siyonizmin sloganı “Yurtsuz bir halk için halksız bir yurttur.” Yani dünyanın dört bir tarafında dağınık olan Yahudilerin yurdunun olması için bu topraklarda bulunan halkın boşaltılması, çıkarılması ve Yahudilerin ana vatanlarına geri dönüşü şeklinde idealize edilmiştir. Bunu da Tevrat’a dayanarak Yahudileri ikna etme idealiyle yola çıkmışlardır. Bunun için de Golda Meir (eski İsrail başbakanı) açık bir şekilde gazeteye verdiği röportajda şunu söyler: “Bu topraklarda Filistinli halk diye bir şey yoktur. Bizler buraya gelip vatanlarından çıkarıp yurtlarını gasp etmiş değiliz. Onların buradaki varlıkları dahi söz konusu değildir.” 
 
Literatürün geçmiş süreçte oluştuğunu söylesek de bunun Orta Çağ’daki dindar yani sadece dini inanca yönelik olarak Yahudiliği sürdüren bilginler ve tefsir alimlerinde de görebiliyoruz. Örneğin kabalist, tora yorumcusu, Katalonyalı bir haham olan Moshe Ben Nahman diyor ki: “İsrail topraklarına yerleşmek iyi bir görev ve Tevrat’ta bulunan bütün farzlara eşittir.” Dolayısıyla biz Tevrat’tan bu sonucu yeni çıkarmıyoruz. Hatta biz siyonizmin kökenini 9. yüzyıla bağlıyoruz. Ancak benim burada bahsettiğim 12. yüzyıl. Dolayısıyla Orta Çağ döneminde dahi Tevrat yorumcularının bu şekilde İsrail topraklarına yerleşmek olarak bir kavram kullanmalarını Siyon Dağı’nda bir araya gelmek, Yahudilerin oraya yerleşmesi, Tevrat`taki bütün farzlara eşdeğer olarak görülüyorsa demek ki, kökenin arka planının çok çok yoğun olarak işlendiği söylenebilir. 
 
Bir örnek daha verecek olursak Tevrat yorumcusu İbn Meymun, çok uzun bir yolculuktan sonra İspanya’yı terk ederek Kudüs topraklarına varışını kendisi ve ailesi için mukaddes bir gün olarak nitelendiriyor. Çünkü oraya dönüş onlar açısından çok önemli tarihi bir sürgünden dönüştür. Yani şunu anlatmak istiyorum: Her ne kadar 200 yıllık geçmiş biçimsel biliniyor olsa da Tevrat’ın yazıldığı ve literatür olarak Yahudilerin dünyasına girdiğimiz günden itibaren bunu işlendiğini, bunun arka planda zihinsel alt yapısının olduğunu, “siyon” kavramıyla ifade edildiğini söylemek mümkündür. 
 
Peki, siyonizmin türleri var mıdır, varsa nelerdir? 
 
Siyonizm denince İsrail işgal devletinin kuruluşu ve onun üzerinden yürüyen bir siyonizm, onun öncesinde bu ideali taşıyan birtakım şahsiyetler akla gelir. Ama aslında ilk soruda ifade ettiğim gibi Tevrat yorumu, Kabala gibi dini literatürde de yoğun bir şekilde siyon kavramı üzerinden işlenmesinden yola çıkarak Roger Garaudy’nin de (eski Fransa parlamentosu üyesi) ifade ettiği gibi siyonizm ikiye ayrılır: Birincisi, dini siyonizmdir. Tarihi süreç içerisindeki Tevrat ve Kabala yorumundan çıkan yorum aslında budur. Yani genel manada Yahudiliğin dini literatürüne yoğun bir şekilde eğilen Yahudilerin bir gün çıkarıldıkları Filistin, Kudüs topraklarına geri dönecekleri ve Mesih’in ortaya çıkmasıyla birlikte o topraklarda İsrailoğulları’nın egemenliğine dayalı bir krallığın kurulacağı inancı sürekli vardır. Kitab-ı Mukaddes’te de bu şekilde işleniyor. 
 
Siyonistler yani Yahudiler kendilerini “seçilmiş halk/Tanrı’nın seçilmiş kavmi” olarak gördükleri için hatta Tanrı’yı da Yahudilerin “özel Tanrı’sı/Yehova” olarak belirledikleri için Siyon’a dönüş sürekli dini literatürde de işlenmiştir. Eski Ahit’in ana prensibini Siyon’a dönüş ve orada bir tapınak inşa etmek oluşturur. Dolayısıyla bunu böyle tasnif etmek çok doğru bir tasniftir. Çünkü çok geçmiş yüzyıllarda da Yahudi dini ritüellerinin veya vaizlerin vaazlarının, “Kurtarıcı bir gün Siyon’a gelse” gibi dualar ettikten sonra onu dinleyen Yahudi cemaatinin âmin demeden bitmesi mümkün değildir. Bu inanca göre de aslında Yahudiler Kudüs’ten Tanrı’nın emriyle çıkarılmışlardı. Çünkü günahkâr bir kavim olmuşlardı. Bundan dolayı parçalanmaları, başka güçler tarafından oradan çıkarılmaları aslında Tanrı’nın bir cezasıydı. Bu cezanın bitmesi ile tekrar Yahudiler Kudüs`e geri döneceklerdi. Onun için Tanrı’nın bu vaadi gelmeden geri dönüş mümkün değildir. Bundan dolayı dindar Yahudilere göre evet, Kudüs’e dönüş kesinlikle olacaktır. Ama bu Tanrı’nın yönlendirmesi ile olacaktır.
 
Şu an bir İsrail devletinin kurulmuş olması Siyon’a dönüşün vakti olduğunun anlamına gelmez. Mesela Amerika’da birtakım Yahudi mezheplerini görürsünüz. Bunlar dindar siyonistlerdir ve şu anda var olan işgal devletini kabul etmezler. Buradan yola çıkarak aslında bunun Tanrı’nın emrine muhalif bir karar olduğunu düşünürler. Yani Siyon’a dönüş ancak yine Tanrı’nın emriyle olacaktır ve Mesih gelecek, orada bir krallık kuracak, böylece Yahudiler onun krallığı altında oraya gireceklerdir. Böylece İsrail toprakları fethedilecektir. Yahudi olmayanlar tamamen çıkarılacaktır. Kudüs’te azınlık olsalar da özellikle Kudüs dışında yaşayan Yahudilerde bunu görmek mümkündür. Kudüs’e girmeyi caiz görmeyenler olduğu gibi bu kuralı çiğneyerek Mescid-i Aksa’ya girenler de vardır. Günümüzde hala sıkça siyonist baskın haberleri alıyoruz.
 
Aslında Tel Aviv Üniversitesi’nde Profesör Bünyamin Kohen’in ifadesiyle siyonizmin en büyük başarısı, “Yahudileri Yahudilikten çıkarmaktır.” Çünkü Kudüs’e gidip orda bir devlet yani krallık kurmak, Tanrı’nın emrine muhaliftir. Tevrat’a göre bu ancak Tanrı’nın emriyle ve Mesih’in gelişiyle mümkün olacaktır. Ancak siyasi/politik siyonistler buna laik bir düşünceyle aykırı davranmışlardır ve bu durumu tamamen ırkçı bir karaktere büründürmüşledir.
 
Peki, siyon kavramının politize edilmesi nasıl mümkün olmuştur hocam?
 
Özellikle 1800’lü yılların başından itibaren bir takım siyonist Yahudi düşünürler bunun üzerine çalışmalar yaptılar. Siyon kavramının ideolojik olarak yani siyasal düşünce akımı olarak kullanılması, ilk olarak bir Rus Yahudisi olan Nathan Birnbaum’a dayanır. 1864 yılında dünyaya gelmiş bir düşünürdür. Aynı zamanda bunu kolonyalist bir olgu olarak değerlendirir.
 
Yani tamamen bir sömürge anlayışında kullanılmıştır. Filistinlilerin o topraklardan çıkarılması veya o toprakların Yahudilere ait özel bir siyasal birim olarak ele geçirilmesi, İngilizlerin belirlemiş oldukları o sömürge politikaları örnek alınarak sömürgeleştirme hareketi olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla Kudüs’e göçler “Aliya” olarak isimlendirilmiş, 1950`li yıllardan itibaren ikinci Yahudi işçi hareketi -Filistinli Arapları da dışlama düşüncesiyle- Doğu Avrupa kökenli Yahudiler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bunun için siyasi partiler kurmuşlardır. Filistin toprakları dışında bunun temsilciliklerini açmışlardır. Bu partilerin liderlerine bakıldığı zaman tamamının ırkçı, milliyetçi, Yahudi kavmini kutsayan, diğerlerine tepeden bakan sömürgeci zihniyete sahip Yahudiler olduğunu görebiliriz.
 
Kudüs’ü merkeze koysalar da bunu araçsallaştırarak, dini birtakım kılıflar da uydurarak bazıları sınırını Nil’den Fırat’a kadar çizmişken kimileri sadece Kudüs’le sınırlandırmış kimileri de sınır koymamıştır. Yani Tanrı bu insanları o kadar seçkin kılmıştır ki, onlar ancak uygun gördükleri yerde durabilirler. Boşnak bir haham olan Yehuda Alkalay der ki: “Kutsal İsrail topraklarının yeniden fethi için diplomasi, satın alma ve kılıç kullanılmalıdır.” Burada siyasi, sömürgeci, güç kullanma gibi üç ayrı alternatif sunulduğunu görebiliyoruz. 
 
İngiltere’nin önemli şahsiyetlerinden Moses Montefiore kendisi kraliçeye çok yakın bir banker olması hasebiyle Filistin’e bir ziyaret gerçekleştiriyor ve o dönem çok önemli şahsiyetler ile görüşüyor. Kudüs yakınlarında ilk olarak 1860’lı yıllarda İngiliz bir Yahudi koloni kurmayı başarıyor. Yahudilerin orada sömürgeci bir anlayış ile İngiliz sömürgesini örnek alınarak yerleşmesini sağlayan kişi bizatihi Moses Montefiore oluyor. Bunların tümü henüz siyonizmin ilk adımları olan 1897’deki ilk siyonist kongre öncesinde Theodor Herzl’e ilham veren, bunun politik bir hale dönüşmesini sağlayan bir takım pratik adımlar olarak karşımıza çıkıyor.
 

 


GENÇ'ın Yazısı.