Ak Parti Hükümetinin, iktidara geldiği 2002 yılından itibaren Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üyeliği için büyük çabalarda bulunduğu kesin olan bir gerçek.

En başından beri, müzakere süreci için seçilen isim olan başmüzakereci Egemen Bağış ve son seçimden sonraki değişiklikle bu göreve getirilen Ali Babacan, süreçle ilgili ellerinden gelen her şeyi yaptılar. 
 
Başbakan Erdoğan, liderlerle birebir görüş alışverişinde bulundu. Temaslarını her zaman canlı tuttu. Ancak herhangi somut bir karşılık bulamadığını hepimiz görüyoruz. AB’nin bu olumsuz tutumunu değerlendiren her görüş farklı düşünüyor. 
 
Türkiye’nin üyeliğiyle ilgili AB ülkelerinde yapılan kamuoyu araştırmalarında, sonuçlar pek Türkiye lehine olmasa da, çok tatminsiz rakamlar ortaya çıkmadığı da bir gerçek. Çoğu ülkede rakamlar birebir çıkıyor.
 
Bu nedenle, üyelik sürecimizin uzaması, bir türlü başlıkların açılmamasının nedeni, parlamento üyelerinden kaynaklanıyor. Kişisel önyargılar ve dini tutumlar en önemli nedenler arasında olsa gerek.
 
Başbakan Erdoğan süreçle ilgili son olarak, Türk – Alman Ekonomi Kongresinde konuşmuş, ve şu sözleri söylemişti:
 
“Benim gizli ajandam yok ve her şeyi açık konuşurum. Çıkıp desinler ki, ‘Biz Türkiye’yi istemiyoruz.’ Başım gözüm üstüne, eyvallah... Ama bizi oyalamayın, ne siz yorulun ne de biz yorulalım. Birbirimizi oyalamayalım, çalım atmayalım. İkili olarak bir araya geldiğimizde ahde vefa, hani nerede ahde vefa..."
 
Bundan sonraki süreç de pek parlak gözükmüyor. Türkiye’nin Ortadoğu’da aktif rol oynaması da onlara göre bir “rest”… Bu süreçlerden ve bu zamandan sonra Avrupa Birliği’nin Türkiye için önemi ne kadardır bir düşünelim. 
 
Üstteki fotoğraf ne kadar ibretlik değil mi?
 


Taha Süren'ın Yazısı.