Süleyman Çınar
Bazen mecburiyetler bazen de arzular, meyiller ve mekândan ziyade orayı bizim için değerli kılan insanlar bizi farklı yerlere göçmeye sevk eder. Kimimiz rızkını bulmak için düşer yollara kimimiz de devlet tayin ettiği için. İlim, irfan peşinde diyarı gurbetin acısını sineye vuranımız da vardır, aşkın katmerlisiyle yanarak il il gezenimiz de. Kimimiz de anlamadığı, anlaşamadığı, anlaşılmadığı kimselerden kaçmak, gönlünün güzel sinyaller aldığı bir muhitte yaşamak, ruhuna kardeş, derdine yoldaş bulmak ümidiyle göçer diyarından.
Tebdili mekânda ferahlık vardır, derler. Genellikle ilk görüşte her mekân, semt, diyar, muhit bizi okşar, ruhumuza şifa verir. Hoş geldin der ve içerisine buyur eder. Bağrına basar, güzelliklerini açar. Ama her güzelliğin bir ağırlığı, her nimetin bir külfeti, her lütfun bir bedeli vardır. Her imkân, imtihanıyla beraber gelir. Bulunduğumuz mekânlar bahtımızın içerisinde açtığı güzel bahçelerdir. Bu güzellikler gönlümüze huzur verse de içinde farklı imtihanları barındırır.
İster zaruretten ister arzumuzdan olsun, bulunduğumuz mekân imtihanımızdır. “Acaba şu an bu mekânda, benim yerimde bulunmayı isteyen birisi var mı?” sorusuyla gönlümüzü yokladığımızda bu imtihanın ne kadar çetin olduğunu fark ederiz. Bu soru bir mihenk taşıdır bizim için. O mekânda alelade bir şekilde bulunmadığımızı, oraya rastgele gelmediğimizi, getirilmediğimizi gösteren bir delildir. Yerimizi doldurmak isteyen milyarlarca insan varken bizi oraya sevk eden iradenin varlığını gösterir. Bizi oraya sevk eden bir irade varsa elbet muradı da vardır.
Mekânın imtihanlarından geçebilmek, bizi o mekanla buluşturan iradenin hakkımızdaki muradını bilmeye bağlıdır. İstanbul’a geldiğimde bir hocam kulağıma küpe olan şu nasihati vermişti: “İstanbul’a geliş amacınızı unutmayın.” Belki alelade bir söz gibi durabilir ama yükte hafif pahada ağır bir öğüttü benim için. Bu öğüdün arkasına yaslanarak, bunu bilerek yola çıkmak benim için bir kalkan mesabesinde oldu. Zira mekâna getiriliş amacımızı unutmaz, ona sımsıkı sarılırsak; inanarak, onu yüreğimizde mutena bir köşede tutarak hareket edersek, yoldan sapmaz ve sapmalara, dağılmalara, dikkat dağıtıcı unsurlara karşı teyakkuzda oluruz.
Hakkımızdaki muradın ne olduğunu bulma imtihanından geçerken mekâna değer katabilme, mekânın hakkını verebilme, mekândan istifade edebilme imtihanlarından da geçeriz. Mekânın sunduğu güzellikleri, sahibi konumunda olan salih/saliha zatları, içinde barındırdığı kıymetli insanları, ilim irfan değerlerini ve imkanlarını, yaşattığı zorluklardan edindiğimiz tecrübeleri, mimarisini, ruhunu, atmosferini görürsek, hissedersek, yaşarsak ve gönül, zihin, benlik alemimize nakşedersek mekândan istifade etmenin imtihanını verir, üstelik de derunumuzda inkişaf eden maddi/manevi güzelliklerin zevkine varırız. Mekân bizi inşa etmişse, yeniden doğurmuşsa ya da başka bir ifadeyle, benliğimizden sıyrılıp yeniden doğmuşsak mekândan istifade etmişiz demektir.
Mekâna değer katmak çok iddialı bir söz, çetin bir imtihandır. “Yaşadığınız yerlerde, dokunduğunuz gönüllerde dostluğunuzdan bir iz kalsın” dermiş Fethi Ağabey. Mekâna diğer katmanın veciz ifadesi bu olsa gerek. Mekânda bulunduğumuz, ondan istifade ettiğimiz sürece mekanla sürekli maddi-manevi bir alışveriş içerisindeyiz. Bu alışverişte varlığımızla, halimizle, kalimizle, duruşumuzla, güzel ahlakımızla yaşadığımız yerlerde ve dokunduğumuz gönüllerde güzel izler bırakabilmişsek bu, mekâna katılan en güzel değerdir.
Efendimiz hicret emriyle birlikte Mekke’yi hüzünlü gözlerle geride bırakmıştı. Hakkındaki murad gereğince yeni bir diyara hicret etti. Oranın havasını, hayatın akışını, gönüllerin ritmini, ruhların meylini değiştirdi. “Şerefül mekân bil mekîn” denildiği gibi mekânın şerefi onun şanıyla yüceldi. Yesrib, Yesrib değildi artık, Medine’ydi. Şehrin kaderi değişti, yüceldi. Orada atılan adımlar gelecek asırlara vurulan büyük bir damga oldu. Efendimiz varlığıyla oraya şeref kattı. Orayı ziyaret edenler, orada bulunanlar onun mekâna kattığı şerefle şereflendiler.
Alimlerin ve ariflerin hayatlarını okuduğumda dikkatimi çeken niteliklerinden biri, gittikleri her yere, yollarının geçtiği her diyara, ömür sermayelerinin geçtiği her mekâna tek bir maksatla, kendileri için yazılan muradı aramak için gitmeleri. Her nereye giderlerse tek bir niyet, tek bir maksatla gitmişler, beni buraya gönderen, benim hakkımda ne yazdı düşüncesiyle hareket etmişler. Gittikleri mekânda geçirdikleri zamanı da buna göre ayarlamışlar. Haklarındaki muradın dolduğunu anladıklarında yeniden yollara düşmüşler. Bu maksatları hem mekândan istifade etmelerine hem de o mekânda iz bırakmalarına vesile olmuş. Böylece geçtikleri her yerden oranın hakkını teslim ederek geçmişler. Hasılı, mekânın hakkını verebilmek, mekândan istifade edebilmeye ve mekâna değer katabilmeye bağlı. Bunlar da ancak hakkındaki muradı bulanlar, bilenler ve onu sahiplenenlerin kârı.
GENÇ'ın Yazısı.