Cemre Esmanur Kartal

“Yaşamak berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır.”
 
Mülteci; savaş, zulüm, kıtlık ya da ekonomik yoksunluk gibi sebeplerden ötürü vatanlarını bırakmak zorunda kalan insanlardır. “Sığınmacı/mülteci” gibi sıfatlarla farklı ülkelere göç eden bu insanlarda fiziksel manadaki sıkıntıların yanında ciddi psikolojik olumsuzluklar baş göstermektedir. Mülteciler bir bakıma şehir yıkıntıları içinde nefes almaya devam edemeyen ve yaşamak için  bambaşka yerlere göç etmek zorunda kalmış kişilerdir. Kaçış esnasında aile, kültür, ekonomik statü, sosyal roller ve destek sisteminin kaybı yanı sıra, gittikleri ülkeye varana kadar yaşadıkları tehlikeli durumlar, finansal sıkıntılar ve yeni bir ortama alışmaktaki zorluklar göze çarpar. 
 
Fakat bir acıdan kaçıp bir başka yere sığınmış olmak acıları bertaraf etmiyor. Kaçış sonrasında da mültecileri ciddi sıkıntılar karşılıyor: işsizlik, yetersiz yiyecek, kültürel uyum sorunları, yalnızlık ve zannımca en mühimi hayal kırıklığı. Çok yakın tarihte ve günümüzde edindiğimiz tecrübe ve gözlemlerimiz hasılında mültecilerin yaşadıkları travma süreci şu şekildedir: “Mültecilerin göç ettikleri ülkelere bir umut ile bağlanmaları, önceki tüm sıkıntılarını bu umudu besleyerek aşmaya çalışmaları ve nihayet hayal kırıklığına uğramaları.”
 
Zor şartlar altında yaşama mücadelesi veren bu insanlar içinde her şeyi çok daha meşakkatli yaşayan çocuklar var. Yaşanılan şeylerin fiziki etkisinin yanı sıra ciddi psikiyatrik sorunlar meydana getirdiği aşikardır. Yapılan psikolojik görüşmelerde ise şu üç merhale elzemdir: kendi ülkelerinde bulundukları zaman, güvenlik arayışı için yolculuk süreci, sığındıkları ülkeye yerleşme süreci.
 
Mülteci çocuklar bu süreçlerin sonunda pek tabii ciddi bir zihni yorgunluk ve buhran yaşıyorlar. Ayrıca çocukların ekseriyeti aile fertlerinden kopmuş -yahut kaybetmiş- vaziyette oldukları için küçük yaşta “yetişkin” sorumlulukları yüklenmek zorunda kalmaktalar. Çoğu çocuk kendinden küçük yaşta olan kardeşlerine ebeveynlik yapıyor, bu acılar ile beraber eş zamanlı olarak bir de alışılmışın dışında bir dil, din, kültür içinde yaşamak zorunda kalıyorlar.
 
Köklerinden koparılan bir birey hayata çok daha travmatik tutunacaktır. Henüz kendi topraklarını tanıyamamış çocuklar için ise her şey çok daha vahim zira çocuklar yeni filizlenen birer tohumudur ve onların vatansız kalması, kök salacak bir toprak bulamamaları demektir. Mülteci çocukların psikolojisini anlatmaya “Ölmek istiyorum çünkü cennette ekmek var” diyen, gözleri tüm dünyaya namlu olan o çocuk yetmeli fakat gözlerine mil çekilmiş, beyinleri ağulanmış insanlığa bu sözü duymak değil, kaydetmek düştü. Bana öyle geliyor ki umut, moloz yığınları içinden en hisli çehresiyle doğrulduğunda, bir çocuk kan pıhtısı rengine dönüşmüştür. 
 
İnsanlık devam ettikçe savaş, zulüm, kıtlık gibi nice acı var olmaya devam edecek fakat yalnızca bunlar olmayacak aynı şekilde insanlık var olduğu müddetçe “vicdan” variyetini hep sürdürecek. Bir acının korlu kılıcı yüreğimize değmedikçe, kalbimiz yanmadıkça ses gelmiyor oradan. Nice körpe yürek, nice yetişkin addedilen yüreklerden daha yankılı bu dünyada. Behçet Necatigil fazlasıyla haklı:
 
“Bu kadar eğilmezdik çocuklar olmasaydı.”


GENÇ'ın Yazısı.