Seher Altınpınar

İnsan, her zaman gerçeğin yükünden kaçan bir varlık olarak dünya hafızasına kazınmıştır. Çünkü gerçekle yüzleşmek zordur ve insanın kemiklerini kıracak kadar ağır bir yüktür. Hz. Adem’den bugüne insanlık gerçeği yırtıp açmanın, açtığı yarıktan hayal ettiği sanallığa ulaşıp, ideal mutluluğa varmanın yollarını aramıştır hep. Taşıması zor bir yüke talip olarak geldiği dünyada, bu yükten kurtulmak için çeşitli yollara başvurarak gerçeğin kucağından kurtulmaya çalışır. Eski çağlarda büyücülerin yaptıklarıyla gerçeğin ağırlığından kaçmaya çalışan insanlar, modern dönemlerde zihnini uyuşturarak gerçekten uzaklaşma gayretinde. 

Geçtiğimiz aylarda Mark Zuckerberg tarafından duyurulan “Metarverse” evreni de insanların gerçek olandan sanala kaçışının bir başka örneği olarak gündemimizde yerini alıyor. Buradaki kaçış hakikati görmeme çabasının yansımasını temsil etmekte. Aslında bu evren, kurmaca metinlerde ve sinemalarda fazlaca karşımıza çıkan bir durumdur ve yeni değildir. Yeni olan tek şey gerçek dünyanın içinde böyle bir evrenin on yıl içinde kurulacağı vaadidir. Sokakları görmeden koşan, rüzgârın tenine değdiğindeki hissi es geçen, giyilebilir teknoloji ile acıları ve duyguları deneyimleyen ama darbe almadan felaha eren insan, yaralanmaktan korkarak, mutluluğu ve huzuru hasar almadan kazanma arzusuyla büyük bir boşluğa düşüyor. Oysaki mutluluk ve huzur zorluklarda gizlidir, insan ancak yara alırsa insandır ve bu yara insana anlam katar. Süreç ve emek önemsizleştirilince her şeyin hazır bir halde önüne getirilmesi beklenir. Hayata bakış hemen ve şimdidir. Bu arzuyu besleyen organda maalesef ki sanal dünya oluyor. Gerçek hayatın tüm anlamsızlıklarını sanal evrende yok etmenin ve daha anlamlı bir yaşam kurabilmenin hayali büyüyor sanal insanın zihninde. Elde edeceği sanal kişilik, orada kazanacağı kripto paralar, satın alacağı sanal ev, araba, dost ile hayatına anlam devşireceği kanaatinde. 
 
Musa’nın, Firavun ’un sihirbazları ile yaşadığı sahne, gerçek veya sanal arasındaki kavganın mahiyetini göstermek için yeterli bizlere. Zira yeterli olmasaydı Cin Ali karikatürünü bir çizenin bulunmadığına inanmayı makul bularak, evrenin tesadüfen meydana geldiğine kanabilirdik. Abdullah oğlu Muhammed’den (sav) haberimiz olmasaydı, Allah’ı sadece din sosyolojisi kitaplarında bir alt başlıktan ya da bir algından ibaret görenleri ciddiye alabilirdik. Periyodik cetveldeki bütün elementler doğada var olmasaydı, kimya biliminin onları yoktan var etmiş gibi bize sunmasına kanabilirdik. Rüyada tattığımız hüznü, mutluluğu, ta-i mekânı anlamamış olsaydık, Metarverse’ün sunduğu sahteliğe de güvenebilirdik. Hayatın yükünden kaçarak sığınılan sanallık güvenli bir liman değil, karmaşık bir belirsizlik sunuyor. Yunus’un (as) gerçek karşısında çaresizlikle kaçtığı kavminden sonra bindiği gemi, gemide çıkan kargaşa sonucu çektiği kısa çöp ve kendini bulduğu balığın karnı dijital dünya insanı içinde geçerli. Sihirbazlar gibi gerçek karşısında çaresizliğimize boyun eğmeliyiz. Abdullah et-Tüsteri gibi; Allah benimledir, Allah beni görüyor, Allah benim her yaptığımı biliyor zikrini gönlümüze talim ettirmeliyiz.
 
Modern çağ biraz daha fazla illüzyon demek sadece. Nefsin elinde toz duman, biraz daha kuklalık demek. Evet, Firavun’un sihirbazları daha mahirler belki ama hakikat bütün illüzyonları yutacak kadar güçlü. 


GENÇ'ın Yazısı.