Muhammet Mustafa Tuncay
Bundan yaklaşık 2 yıl önceydi. O zaman gönlüme düşmüştü İdlib ziyareti ama pandemi dolayısıyla gidemedik tabi. Nasip olmayınca olmuyor ya da daha fazla istememiz gerekiyordu Rabbimizden.
O zamandan bugüne kadar yine nasıl giderim diye düşünürken bir vesile çıktı. Hemen bilgilerimizi gönderdik Ender Ekim ile. Hazırlıklar başladı. İçimiz kıpır kıpır. Daha evvel Afrika tecrübem olmuştu. Bu ziyarette göreceklerimin Afrika’da gördüklerimden farklı olacağını biliyordum. Sömürgecilik ve misyonerlik faaliyetleri neticesinde kıskaca alınmış bir kıta Afrika. Bu kıskaç zamanla fakirlik, duyguların ve aklın sömürülmesi gibi sonuçları ortaya çıkarmış. İdlib ise hayatına savaşla başlamış, doğduğu günden itibaren rahatça hareket edememiş çocukların bölgesiydi.
Sınır kapısından geçiş yaptıktan hemen sonra şaşkınlıkla etrafı izlemeye başladım. Yaklaşık 40-50 km gittikten sonra bir kampa ulaşmıştık. Araçtan inince hemen kampın çocukları yanımıza koşarak geldi, hava soğuktu, çocukların birçoğunun ayağı çıplak bir vaziyetteydi. Çocuklar yanımıza doğru gelmeye başlayınca ne yapacağımızı bilemedik. Kanımız dondu adeta. Gitmeden anlayabildiğimizi düşünüyoruz ya, bizi aslında ne kadar yanıltıyor bu manzara. Gitmeden, görmeden anlayamayacağımızı görmüş olduk. Ama o çocukların yürekleri sımsıcaktı. Onların seveceği tarzda hediyeler götürdük. Çok mutlu oldular. Bir selam, bir merhaba bazen umudu diri tutmaya yarıyor.
“Suriyeliler Suriye’ye dönsün” deniliyor ya hani. Sırtını dayayamayacağı, ısınmak için mazot ve çöp yaktığı derme çatma 20 metrekarelik bir alanda 8 kişinin yaşadığı hatta banyosunun bile içinde olduğu bir çadıra mı gitsin? 20 metrekarelik çadırlarda mahremiyet duygusunu nasıl koruruz diye düşünen anne ve babalar olsaydık ne yapardık? Soruyorum! Bu soruyu milletçe, ümmetçe vicdanlarımıza bizler de soralım. Kendimizi bu hâlde düşünelim. O durumda olsak biz ne yapardık.
Hayat çok kısa, ömür çok hızlı geçiyor. Gidip gördüklerimiz karşısında 11 yılın sonunda geride büyük bir enkaz var. Enkaz derken yıkık binaları, çadırları kastetmiyorum. Bir ülkenin, bir milletin geleceğinden bahsediyorum. Bazı bölgelerde hayatında hiç okula gidememiş çocuklar her şeye rağmen geleceğe dair yine büyük bir umutla bakıyorlar. Rezzak olan O sonuçta. İman, tevekkül ne ararsan bizlerden belki de daha çok o çocuklarda var. Bu dramın o çocukları çok güzel bir ahlakla yetiştirdiğini görüyoruz. Bisküvi, kek, çikolata dağıtımı yapıyorsunuz, alan almayana veriyor. Öyle bir tane fazla alayım gibi bir düşünceleri yok.
Bölgede yaklaşık 4,5 milyon insan yaşıyor. Savaş öncesi ise yaklaşık 750 bin nüfusu olan bir yer İdlib. Hep İdlib dedik ama rejimin birçok yeri kontrolü altında tutmasıyla, ulaşılabilecek alan sınırlı zaten. Savaş sonrası nüfus yaklaşık 7 kat artmış durumda. Böylesine hızlı bir artışta eğitim, sağlık, barınma, beslenme, ekonomik döngü önemli hale geliyor. Bölgedeki STK’lar büyük bir boşluğu dolduruyor aslında. Ama unutmayalım ki STK’ların güçleri de bir yere kadar. Aslında STK’lar güçlerini bir bakıma da bizlerden alıyorlar. Hep birlikte el ele, gönül gönüle verelim, bu hayra kardeşlik ikliminde elimizden geldiğince destek olalım.
2 yıl önce gönlüme düşen yere gitmemize vesile olan İHH ve TÜRDEB’e sonsuz teşekkürler.
GENÇ'ın Yazısı.